Mensur şiir, duygu , düşünce ve hayallerin şiirde görüldüğü incelikte anlatıldığı ancak ölçüye ve kafiyeye bağlı kalınmayan ancak eskilerin seci dedikleri mısra sonları kafiyeleri ve iç ahenk kafiyeleri bulunan bir düz yazı türüdür. Bu bağlamda mensur şiir, duygu ve hayal dünyamızı etkileyebilecek bir konuyu, kısa ve çarpıcı bir şekilde, şiirin cümle yapısını ve ahengini koruyarak, şairane bir hava ile, ölçü ve uyağa bağlı kalmadan anlatan edebî bir türdür. Mensur şiire “artistik nesir” de denir.
Mensur şiirin, şiirle birtakım benzer yönleri vardır. Her iki türde de ahenk önemlidir. Kelimeler bir ahenk oluşturacak biçimde seçilir ve dizilir. Her iki türde de şairane, duygusal konular işlenir; temalar benzerdir. Dil ve üslup yönünden benzerlik vardır; dilin doğru ve güzel kullanımı iki türde de önemlidir. Edebi sanatlar her iki türde de kullanılabilir. Şiirde kafiye vardır, mensur şiirde de iç kafiyeler olabilir. Mensur şiirle şiirin farklı yönleri de vardır. Mensur şiirde ölçü, kafiye, dize yoktur. Şiirde dörtlük, beyit, bent gibi nazım birimleri vardır; mensur şiirde böyle birimler yoktur. Düz yazı ve şiir dildeki temel varlık alanlarından olmasına rağmen, “düz yazı tarzında şiir”, dilin olanaklarını zorlayan; iki varlık alanı arasında kendine bir “ara bulan” oluşturan özgün bir türdür.
Mensur şiir türü, 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu yüzyılda Fransa’da doğmuş olan mensur şiirin ilk örnekleri; Fransız edebiyatı şairlerinden C. Baudlaire ve S. Mallerme’in şiirleridir. Fransız edebiyatında “sanatkârane düzyazı” anlamına gelen ve “prose poetique” adıyla anılan bazı yapıtlar kaleme alınmıştır. Mensur şiirin, edebi bir tür olarak ilk örneklerinden biri olarak “poeme en prose” adıyla Aloysius Bertrand’ın 1842’de yayımlanan “Gecelerin Gaspard’ı” sayılabilir.
Bertrand’ı, Maurice de Guerin’in “Le Gentaure” ve “La Bacchante” adlı ürünleriyle izlemesi, bu dönemdeki Fransız şairlerin, mensur şiir olarak bu yeni yazı türüne dikkatinin çekilmesine yol açar. Charles Baudelaire “Küçük Mensur Şiirler”, Arthur Rimbaud “Renkli Gravürler”, “Cehennemde Bir Mevsim”, Stephane Mallarme “Hezeyanlar” adlı yapıtlar bu türün örnekleri olarak öne çıkarlar.
Mensur şiir, karakteristik özelliklerini Charles Baudelaire, İsidore Duacasse ve Arthur Rimbaud gibi şairler sayesinde kazanmıştır. Mensur şiiri, Fransız edebiyatında Baudelaire’le yaygınlaşmıştır. Mensur şiir türü olarak sanatsal yazı türü, Fransa’da kimliğini bulduktan sonra diğer Batı edebiyatlarına da yansır. Dünya edebiyatında Amerikan şairi Edgar Allan Poe da mensur şiir türünde eserler vermiştir.
Fransız edebiyatından Türk edebiyatına yapılan bu mensur şiir çevirilerinin, Türk edebiyatında mensur şiir türünün doğup gelişmesinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Türk Edebiyatında da Şinasi’nin Fransız edebiyatından yaptığı şiir çevirileri, is mensur şiirin ilk örnekleri olarak karşımıza çıkar. Gerçekten mensur şiir, Türk edebiyatına Tanzimat’tan sonra Fransız edebiyatından yapılan şiir çevirileriyle girmiştir, Mensur şiir, şiirdeki arayışların sonucunda ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında mensur şiir sınırları içinde değerlendirilebilecek ilk denemeler, Abdülhak Hamit, Recaîzâde Mahmut Ekrem, Mehmet Celal ve Mustafa Reşit tarafından kaleme alınmıştır.
Servet-i Fünûn edebiyatının ortaya çıkmasında büyük etkisi olan Recaîzâde Mahmut Ekrem’in mensur şiire katkısı da önemlidir. Recaîzâde Mahmut Ekrem, özellikle hatıralarından ve güncel olaylardan söz ettiği mensur parçalar kaleme almıştır. Şiirlerinin arasına da nesir parçaları karıştırmaktan çekinmemiş, bazen de nazma nesirle başlamıştır.
Mensur şiirin yaygınlaşması ve moda haline gelmesi Edebiyat-ı Cedide döneminde gerçekleşirken; Halit Ziya’yı Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Celal Sahir, Faik Ali gibi isimler izler. Sonraki yıllarda II. Meşrutiyet dönemi sanatçılarından Halide Edip, Yakup Kadri, Emin Bülend, Selahattin Enis, İlyas Macid, Hayriye Melek Honç, Tahsin Nahid gibi isimlerde mensur şiir türünde eser verir.
Batılı anlamdaki mensur şiirler, Türk edebiyatında 19. yüzyılın sonlarında denenmiştir. Türk edebiyatında bu türün isim babası Halit Ziya Uşaklıgil olmuştur. Mensur şiirin Türk Edebiyatında Batılı anlamdaki ilk temsilcisi “Halit Ziya Uşaklıgil”dir. Türk Edebiyatındaki mensur şiir geleneğinin Halit Ziya Uşaklıgil ile başladığı görülmektedir. Halit Ziya Uşaklıgil, çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı bu tür şiirlerini “Mensur Şiirler“ (1891) ve “Mezardan Sesler” (1891) adlı kitaplarında bir araya getirir.
Halit Ziya’nın bu eserleri çevresinde yapılan tartışmalar, bu türün edebiyatımızda kabullenilmesini ve yerleşmesini sağlamıştır. Halit Ziya Uşaklıgil’e göre mensur şiir; kısa, küçük, hemen zihne doğdukları gibi kâğıt üzerinde rastgele atılıvermiş duygulardan, yol üstünde toplandıkları gibi teklifsiz, tasnifsiz çizilivermiş çizgilerden ibarettir.
Türk edebiyatında mensur şiire “mensure” adı verilmiştir. Yakup Kadri’nin “Okun Ucunda, Erenlerin Bağından” adlı yapıtları bu dönemin meşhur mensur şiir türü örnekleridir. Mensur şiirin Türk Edebiyatındaki en başarılı örneklerini Mehmet Rauf vermiştir. Mehmet Rauf, Servet-i Fünûn dergisinde beş yıl süren bu etkinlikleri arasında yazmış olduğu kırk iki mensureyi, Mektep mecmuasındakilerle birlikte, Eylül romanından sonra en çok anılan eseri olan Siyah İnciler’de bir araya getirmiştir.
Mehmet Rauf’un “Siyah İnciler” (1891-1901) adlı eseri, Türk Edebiyatı’nın nın en başarılı mensur şiirler kitabı olarak bilinir. Aşka, güzelliğe, sanata olan tutkusunu içinden geldiği gibi, bir anda | kâğıda döküveren yazar, bu eserde, aslında bir anlamda kendi dramını yazmıştır. “Siyah İnciler”in, türünün en iyi örneği olarak gösterilmesi yanında bir I önemli özelliği de taşıdığı samimiyet duygusudur. “Siyah İnciler”, Mehmet Rauf’un hatıralarında belirttiğine göre beş yüz adet basılmıştır. Onun mensur şiirleri, Halit Ziya’nın mensur şiirlerini dahi gölgede bırakmıştır. Mehmet Rauf’un mensur şiirlerinin Baudelaire ile karşılaştırılması göz önüne alınırsa devrindeki etkisi daha iyi anlaşılır. Servet-i Fünûn döneminde mensur şiir yazan diğer sanatçılar ise Hüseyin Cahit Yalçın. Celal Sahir Erozan ve Saffet Nezihi’dir.
Mensur şiirin şiir olup olmadığı konusunda birçok tartışma yapılmıştır. Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Feyziye Abdullah Tansel, bu konuyu eleştiren ve tartışan yazarların başında gelmektedir. “Servet-i Fünun’da Mensur Şiir” başlığıyla bir tez hazırlayan İsmail Çetişli, Mensur şiirin; saf şiirin dışında değerlendirilmesi gerektiği görüşünü ileri sürerken; Mensur şiiri her şeyden önce düzyazı olarak kabul etmektedir.
Halit Ziya’nın mensur şiirleri üzerinde araştırma-inceleme yazıları kaleme alan M. Fatih Andı; mensur şiir için, “Şairane bir konuyu, bir duygu veya bir düşünceyi veyahut bir nükteyi, birkaç paragraftan birkaç sayfaya kadar değişen bir hacimde kısa, çarpıcı, etkileyici ve yoğun bir biçimde, derli toplu olarak, şairane bir eda ve üslupla anlatan müstakil bir edebi türdür.” tanımını yapmaktadır.
Mehmet Rauf’un “Siyah İnciler” adlı yapıtını baskıya hazırlayan Hülya Argunşah, türün özelliklerini maddeler halinde sıralarken; mensur şiirleri, “kısa ve yoğun, bağımsız, başlıklı, başka bir türün içinde parça olmayan, kendi bütünlüğüne sahip metinler” olarak tarif eder. Mensur şiirler, şiirdeki arayıştan doğmuş olsalar da öncelikle düzyazı eserler olup bireysel duygulanmaların ifade edildiği şairane ürünler olarak bir iç âhenge sahiptirler. Mensur Şiirde ünlemlere, seslenişlere ağırlık bir yer verilirken; betimleme ve çözümlemeyi önemsendiği için uzun cümle yapısı tercih edilir.
Yakup Kadri’nin Erenlerin Bağından isimli mensur şiiri; bizlere, mensur şiir örneği olarak kapsamlı bir fikir vermektedir:
Erenlerin Bağından
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi.
Bu ne baş döndürücü iş?
Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor.
Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor.
Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı?
Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası…
“Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu.”
Yaşlı gönül şimdi böyle diyor;
her şeyi kendine eş görüyor.
Bu da yanlış duygulardan biri…
Cihan ne vakit bayındır idi?
Bahçelerde ne vakit güller açtı?
Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü?
Yollardan ne vakit yârlar geldi?
Umduk,
bekledik,
düşündük.
Hangi şey umduğumuza uygun düştü?
Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi?
Gelenler beklediğimize değdi mi?
O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken “Geçme! Dur!” diye haykırdık?
Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri!
Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk;
çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi.
Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir “Eyvah!” ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti.
Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur.
Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz.
Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor.
Söyle, gençliğini ne yaptın?
Söyle, gençliğimi ne yaptım?