Sonbahar
( I )
Beklemeye dayanamıyorsan
Hiç başlamayacaksın Güvercin.
Sonbahar gelmişti. Doğa sararırken, Güvercin her sonbahar olduğu gibi yine bekliyor,
beklerken de yavaş yavaş sarıya dönüşüyordu. Sakince yaşamaya çalışıyor, günlerini yapması
gerekenlerle dolduruyordu. Sonbaharın o melankolik renk cümbüşü Güvercin’e iyi gelir,
sanki içiyle dışı eşitlenir, dengelenirdi. Hayatı boyunca en çok yaptığı şey, beklemekti
Güvercin’in. Bu ona çok zor gelirdi. Oysa beklemeyi yaşamak, daha doğrusu bizzat
beklemenin kendisi, sonbaharla çok örtüşürdü. Dış dünyası sarıya dönüşmeyi beklerken
Güvercin’in iç dünyası da bekliyordu. Belki de tam tersiydi.
Her zamanki uçuş düzenine uyarak uçuyor, uçuyor, uçuyordu… sanki uçtukça dinleniyordu
ama uzun uçuşlarda yoruluyordu. Uçmadığı zamanları, Su ile sohbete ayırıyordu Güvercin.
Su’yu çok sever, Onun sezgilerine çok güvenirdi. Onunla konuşurken, kanatlı kanatsız tüm
canlılar susar ve onları izlerdi. Su’yun içine dalan Güvercin, aşkıyla dans eder gibi onunla
bütünleşirdi. Onların konuşması, tıpkı kuğu gölü balesi gibi Güvercinle Su’yun sevişmesiydi.
Bu Güvercin’i arındırır, sakinleştirir ve rahatlatırdı. Gücünü iyi bilirdi ve yoluna engel
koyanları yıkıp geçer, yatağını bozanları boğardı ama kendisine sevgiyle yaklaşanları işte
böyle kucaklardı Su. Bilinsin isterdi yaşamın suda başladığı ve ona hoyrat davrananlara öfke,
doğal davrananlara hayat vereceği. Bu yüzdendi berrak yüreğiyle barışa kanat çırpan bağrı ak
Güvercin’i esirgeyen kucaklayışı ve sevecen dokunuşlarıyla kaygısına yarenliği…
Sabah olmuştu. Güvercin sabah uçuşunu yaparak yuvaya döndü. Günler ağır ağır geçerken,
Güvercin her zaman ki gündelik yaşamını sürdürüyordu. Garip bir sakinliği vardı bu kez, hem
de fazlaca garip… uzun süre sadece gündelik işleri ile uğraşıp duruyor, işleri dışında
neredeyse hiç kımıldamıyordu.
Merak ediyordu Su. Bu kadar güzellik arayışından sonra Güvercin, nasıl bu kadar kolay
sakinlemiş ve birden eski düzenine dönmüştü. Bu dinginliğine karşın hala güzellik arayışında
mıydı yoksa gerçeğin peşinden mi koşuyordu? Yorulmak nedir, bilmez miydi? Güvercin artık
güzellik arayışının, gerçeklik arayışı olduğunu bildiğine göre; acaba Güvercin güzellikteki
gerçekliği mi yoksa gerçeğin güzelliğini mi arıyordu?
Güvercinin yanına doğru uçtuğunu görünce hemen sordu. Güzellikteki gerçeğin aynı şey
olması ne demektir? Gerçeği güzel bulmaktan bahsediyorum, dedi Güvercin. Hangi güzelden
bahsediyorsun güvercin aklım karıştı. Senin güzellikteki gerçekliğin doğadaki güzelin gerçekliği mi
yoksa estetik bir güzellik gerçekliğinden mi bahsediyorsun? Doğadaki güzeli anlatmış olmalıyım Su.
Estetik güzelin gerçekliği çok farklıdır ve çok daha farklı anlatmak gerekir. Buradaki gerçekliğin
güzelliği, doğanın ve doğallığın kendine özgü güzelliğindeki gerçekliktir.
Birden içinde bir heyecan duydu Su. Acaba güvercin gerçeğe ve güzelliğe ulaşmış ve ondan
dolayı mı bu kadar sakinlemişti? Bilmiyor, bilemiyordu ve bilemediği için de daha çok merak
ediyordu Su. Ama güvercinde asla aşk ışıması görünmüyor artık, diye düşündü. Güvercin’in
parlaması sönmüştü sanki. Artık parlamıyor, tam tersine yavaş yavaş sönüyordu. Hiçbir şeyi
fark etmiyor veya hiç bir şeye aldırmıyor gibiydi.
Bir şeyler yanlış gidiyordu, bir şeyler çok yanlıştı. Güvercin çok sakin, ama sıkılmış bir
haldeydi. Bu sakin ve sıkılmış görünen hal, bir şeylerin yanlış gittiğini işaret ediyordu.
Depresyon da olamaz mıydı, belki de depresyondaydı. Bilinçaltında depresyonu yaşıyordu
güvercin. Güvercinle daha fazla konuşup bu hallerini ona sormalıyım, diye düşündü Su.
Güvercin’in hayatla ilişkisini aynalamak üzerine konuşmak istiyordu.
“Nasılsın Güvercin,” diye başladı söze ve “son zamanlarda hiç sesin soluğun çıkmıyor, sadece
durup dinlenmeden çalışıyorsun, neredeyse hiç eğlenmiyorsun! Bunun farkında mısın,” diye
konuşmayı açmaya çalıştı.
“Hayatı ciddiye almak, sakin ve samimi olmak gerekiyor,” dedi Güvercin.
“Bunu da nereden çıkardın, Yoksa artık bunun için mi hiç konuşmuyor, sakin ve yavaşça
hareket etmeye çalışıyorsun?”
“Yaşam, sessizlik sakinlik ve uyum bekliyor bizden. Yaşama saygı duyarak, onu dinlersek;
işte o zaman, hayat bizimle konuşmaya başlıyor.”
“Yaşamı daha iyi dinlemek için mi susuyorsun? Onun için mi böyle susuyorsun Güvercin?
Şimdiye kadar ne zaman yaşamla konuşmak istediysen, hep bizimle konuşmuştun sen.”
“Evet, öyle ama… şimdiye kadar hep çok bağırdım, çok ses çıkardım, çok çırpındım ve çok
fazla hareket ettim,”
“Evet,” dedi Su.
“Hep böyle yaparsın. Yaşamı büyük ve abartılı yaşamayı çok seversin. Ama işte artık sen de
görüyorsun. Ben yoruldum galiba… yoruldum, bezdim ve bıktım. Artık çırpınmayı bırakıp
yaşama saygı duyarak, onu dinleyerek, onun dediklerini anlayıp, onunla birlikte akmak
istiyorum artık Su. Onun için belki de eskisinden çok daha fazla susuyorum. Belki de onun
için durmaya, kımıldamamaya çalışıyorum.”
“Ama durmak, hiç kımıldamamak, canlılığın doğasına çok aykırı Güvercin. Durmak demek,
ölmek demek, ölmeye yatmak demek.”
“Hayır Su, hayır ben başka bir şey söylemeye çalışıyorum. Yaşamla olan ilişkimi yeniden
yapılandırıyorum, Yaşamı daha iyi öğrenmek istiyorum. Yaşamla birlikte akmak için, yaşamı
dinlemeye çalışıyorım.”
“Bu ne demek şimdi Güvercin?”
“Yaşamın içindeki görüntüleri yavaşlatmaya ve olabilirse durdurmaya çalışıyorum işte.”
“Hayır, güvercin yapma. Kendini kandırabilirsin ama yaşamı asla. Çok bilmiş aklın, yeni
hesaplar beşinde bence. Yeni bir bakış açısı arıyorsun yaşamla olan ilişkinde. Bu arayışının
sonucunda korkarım ki aradığını çok yakın zamanda da bulacaksın!”
“Ne demek istiyorsun su?”
“Bilerek ya da bilmeyerek, yaşamla olan ilişkine ayna olacak bir şey aramaya çalışıyorsun.
Bunu nasıl yapacağını bilmiyorsun.”
“Ayna mı diyorsun Su?”
“Bilirsin, aynalara takıntılıyım. Sen ne demek istiyorsun?”
“Yaşamla ilişkini onaylayacak bir aynaya ihtiyacın var.”
Güvercin yaşamla olan ilişkimi onaylamak mı, diye düşündü bir an. Sonra da birden gözlerini
açtı, heyecanla baktı. Yaşam işte şimdi, yeni bir şeyler üretmeye başlamıştı. Ve yine, yeniden
heyecanla Su’ya sordu.
“Yaşamla olan ilişkimize ayna olmaktan neyi kastediyorsun?”
“Yaşam her şeyi kayıt altına alır ve sen ne istiyorsan onları sana sunar. Yaşamına bak
Güvercin, geçmişini gözden geçir. Olanları görmüyor musun? Her istediğini almaya
başladığında, olanları durdurup geri gönderebiliyor musun? İstek ve arzularından gelenler,
hep yanlarında zararları ile birlikte gelmiyor mu?”
Güvercin az biraz anlar gibi olmuştu. Hiç anlamamış veya yanlış anlamış bile olabilirdi!
Güvercin birden durdu. İşte bunu bildiğim için hiç kımıldayamıyorumdur belki de, diye
söylendi kendi kendine. Yaşamı dönüştürmek için kımıldamadan durup beklemek şart değil.
Yaşamını dönüştürmen için bir kaza ya da bir kayıp yaşaman gerekmiyor ama en çok kayıp ve
kazalarla öğreniyoruz, diye sızlandı Güvercin.
“Çağırma Güvercin, kendine yeniden yeni kazalar ve kayıpları çağırma. Yaşamına kontrol
edemeyeceğin şeyleri çağırma sakın. İstediğin ve çağırdığın şeylere dikkat et. Yaşamdan
güzel şeyler dilemelisin, Güvercin. Yaşamın her istenileni yapmak gibi kötü bir huyu var.
Ağzından her çıkanı duyuyor ve hemen sana cevap vererek harekete geçiyor.”
“Belki de tam bu yüzden duruyor ve hareket etmiyorumdur Su,” dedi Güvercin.
“Güvercin senin bu sakinlik ve hareketsizliğin bilgiden mi, yoksa korkudan mı doğuyor?”
“Sence,” diye sordu Güverin.
“Korkudan geliyorsa eğer, kendini boşu boşuna korkutma. Korku enerjisi, yıldırım gibi
ansızın çarparak gelir ve tepemize konar.”
Bu söylenenleri hiç dikkate almamıştı Güvercin. Su’ya dudak bükerek, konuşma da kafasına
takılan konuya döndü?
“Bana yaşamla ilişkini aynalamak, dedin. Ne demek istedin, hiç anlamadım Su.”
“Biraz önce anlattım, niçin anlamıyor ya da anlamak istemiyorsun?”
“Daha açık anlatamaz mısın, diye sızlandı Güvercin.”
“Tersinden anlatayım istersen… belki de yaşam, kendisiyle olan ilişkini aynalıyordur.”
Güvercin bu cümleyi ötekilerden de karmaşık bulmuştu.
“Ah kalbim, artık kalbim sıkışmaya başladı Su. En iyisi ben, güneşin batışını selamlamaya
gideyim” sözleriyle havalandı.
Güneşin dünyaya teğet kaldığı an gibi duyumsuyor ve gün batar gibi dünyasından çıksın
istiyordu iç sıkıntısı. Sanki kanatlarıyla silkeleyecekti zihnindeki tüm bulanıklığı ki, bir bulut
kümesinin içine girdi. Görüş açısı küçüldüğü ölçüde dünyasının da küçüldüğünü, bulutlardan
sıyrıldığında ayrımsayabildi. İşte bu, diye geçirdi içinden. İşte böyle sıyrılmalıyım zihnimin
karanlıklarından. İşte o zaman ufkum çok daha büyüyecek, daha genişliğine ve derinliğine
göreceğim her şeyi, diye az ferahladı. Öylece süzülüp gitti akşamın kararan mavisine…
Bir yanıt yazın