Eksikli Kadın Belleği
Prof. Dr. Zehra Gönül BALKIR*
Giriş
Dünya üzerindeki kadın belleklerinin tamamı erkekler tarafından yazılmıştır. Bu yüzden eksiklidir. Kadın tarihi ve kadın hareketlerinin yaklaşık olarak 200 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır. Kadının varoluş savaşımı süreç içinde önce özgürlük ve yasal eşitlik ve arkasından da kadın hakları temelinde mücadeleye devam etmiştir. Kadın hareketi, kadın hakları konusunda sokaklarda var olarak kimlik bulmuştur. Kadınların artık yeniden sessizleştirilmeleri mümkün değildir. Zira hiçbir nehir, tersine akamaz. Kadın tarihini oluşturmak ve yazılı kadın bellekleri için, ne yazık ki son 30-40 yıldır mücadele edilmeye başlanmıştır.
Başlangıç da yapılması gereken çok şey ve yapacak pek az kadın vardı. Kadın kimliğinin varoluşunu, cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığı hem keşfetmek, hem de ifşa etmek gerekiyordu. Şimdi de eksikli kadın tarihinin yeniden yazılımı, kadın belleğine sahip çıkmak, demokratik kazanımlarımızı korumak, geriye gidişi durdurmak ve insani değerlerimizi koruyarak, dünya barışı ve birliği için kadınsal değerlerimize sahip çıkarak, mücadele etmek gerekiyor. Yine çok az odaklanmış kadın var, kendini adamaya ve kadın hareketlerine sevdalanmış pek az kadın…
Kadın Hareketi mi, Yoksa Feminist Hareket mi?
Kadın hareketi mi yoksa feminist hareket mi? sorusu akıllara takılırken, belki de öncelikle bu ayırıma dikkat çekmeliyiz. Feminizm, doğrudan erkek egemen iktidar ilişkilerini sorgulayan bir içeriğe sahip olup erkekliği üstün kılan, egemen hale getiren ilişkileri sorgulamaktan başlar; bunu değiştirmeyi talep eder ve değiştirilebileceğini düşündüğü öneriler sunar.
Feminizm çok güçlü bir felsefe, çok güçlü bir mücadele ve çok sağlam bir söylem. Kadın hakları ve kadın mücadelesine katkıları da çok fazla. Kadın mücadelesinin özünde politik bir savaşım olduğu savunmaları da en güçlü argümanlarından biri. Feminist hareket, kadın sorunlarına farklı açılardan bakan; farklı politik hareketleri, gündemleri, büyük ölçüde kadın bakış açısı odaklı bir yöne çekebilmek için tanımlanan politik stratejiler toplamı olarak tanımlanabilir.
Kadın hareketinin feminist hareketten başka bileşenleri de var. Öte yandan feminist hareketle kadın hareketlerini birbirinden ayırmak da mümkün görülmüyor, birbirini çoğaltarak büyüyorlar. Bu bağlamda bütüncül olarak kadın hareketi aslında çok geniş bir koalisyon hareketi olarak ortaya çıkıyor.
Kadın hareketi yahut da kadın siyaseti, kadınları güçlendirecek herhangi bir içerik ile de tanımlanabilir. Kadın hakları hareketinin ve kadın siyasetinin erkek egemenliğine son vermek gibi somut bir hedefi olduğu savı kabul edilemez. Böyle zorunlu, tanımlanmış bir hedefi ve amacı da olamaz. En üst değer insan değeri olarak kadın erkeği bir bütün olarak algılayarak, insani değerlerimizle biricik olmayı öğrenmek zorundayız.
Tarihsel Gelişim Sürecinde Kadın Hareketleri
Kadın hareketinin ilk adımları, Aydınlanma Çağı’nda sivil özgürleşme hareketlerinin başlangıcıyla eş zamanlı atılmıştır. O zamana kadar temel insan hakları, sadece erkekler için geçerliydi. Oysa artık bütün insanların doğa önünde aynı oldukları fikriyle birlikte toplumun tüm alanlarında cinsiyetlerinde eşitlenme talebi doğmuştur. 1789 Fransız Devrimindeki İnsan Hakları ve Sivil Haklar Bildirisi ve bütün insanların eşitliği fikrinden hemen sonra Olympe de Gouges 1791 yılında Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesiyle kadınlar için aynı hakları ve yükümlülükleri talep etti.
1857 yılında, ABD’de dokuma işçisi kadınların daha insanca bir yaşam isteğiyle, eşitsizliğe ve ayrımcılığa, uzun ve insanlık dışı çalışma koşullarına karşı mücadeleye başladıkları 8 Mart, ilerleyen süreçte, tüm dünya kadınlarının kutladığı bir gün haline geldi. 1857’den beri dünyanın birçok ülkesinde kutlanan 8 Mart günü, 1977 yılındaki Birleşmiş Milletler genel toplantısında Kadın Hakları ve Uluslararası Barış günü olarak kararlaştırıldı. Kadın haklarının verilmesinin dünya barışını güçlendireceğinin farkındalığıyla, 8 Mart günü, Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerde ‘Uluslararası Kadın Günü’ olarak kutlanmaya başladı.
Böylece 8 mart, 19’uncu yüzyılın sonlarından bu yana kadınların talep ve özlemlerini dile getirmedeki kararlılıklarını sergiledikleri ve bu güne dek hiç de küçümsenmeyecek haklar elde ettikleri bir gün oldu. Kadınların daha eşit ve daha yaşanılır dünya için başlattığı mücadele, toplumların her kesiminde yankısını buldu ve destek gördü. Günümüzde uluslararası insan hakları belgelerinde her insanın eşit ve özgür doğduğu, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine hiçbir ayrım gözetilmeksizin fırsat eşitliği çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilemezliği ilkeleri arasında yer buldu.
Kadın Hareketinin Gelişim Süreci
Kadınların toplumsal ve siyasal haklar bakımından erkeklerle eşit seviyede olmasını savunan kadın hareketi geçmişten günümüze varlığını çeşitlendirerek büyümektedir. Bu çeşitlenme ve büyümenin saptanması hareketi dalgalara ayırarak yapılmaktadır. Kadın hareketlerinin birinci dalgası, köleliği kaldırma hareketinden filizlenmiş ve hareketin savunucuları köleliğe karşı çıkmalarının ahlaki sorumlulukları olduğuna inanmışlardır. Bu harekette aktif olan kadınlar, kendi bilinçlerini, organizasyon becerilerini ve felsefi şablonlarını kendilerine uygulamış ve mücadele etmişlerdir.
Birinci dalganın çıkış noktası olarak köle karşıtı, kadınların oy kullanma hakkını, eğitim görme hakkını, boşanma ve mülkiyet hakları gibi çeşitli siyasal haklarını savunuculuğu olmuştur. Kadının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşam alanlarında yer almasını sağlamak üzere gelişen kadın hareketi, kadın hareketi tarihinde “birinci dalgayı” oluşturur. Birinci dalga kadın hareketinin faaliyetleri üç noktada özetlenebilir: Kamusal yaşam alanının kadınları da içine alacak ve barındıracak şekilde yeniden şekillenmesini sağlamak, kadınların da siyasal egemenlik hakkına ortak olmasını kabul ettirmek, kadının erkekle eşit yasal haklara kavuşmasını sağlamak. Özetle, birinci dalga kadın hareketi ekonomik hayatta var olmayı, siyasal hayatta söz sahibi olmayı, hukuksal platformda erkeğin düzeyine çıkmayı amaçlamıştır.
Birinci dalga kadın hareketinin temel referansı erkek olup, erkeklerle aynı statü ve imkânlara kavuşmak amaçlanmıştı. 1960’li yıllardan itibaren gün yüzüne çıkan ikinci dalga kadın hareketi bu amacı aşan bir söylem geliştirmiştir. İçinde başta radikal feministler olmak üzere değişik feminist gruplarını da barındıran bu hareketin temel referansı erkek değil, kadın olmuştur. İkinci dalga kadın hareketinde erkek negatif bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. O bakımdan bu hareket içinde yer alan kadınlar “kadının kurtuluşu” söylemiyle kadınları erkeklerden tecrit edecek, ya da erkeğin baskın bulunduğu kurumlardan soyutlayacak bir söylem geliştirdiler. Bu hareket erkek merkezli patriarkal kültürün hakim bulunduğu aile, okul, devlet, kilise gibi tüm kurumların etrafındaki duvarları kaldırarak kadınları kendi özgün kimlikleriyle kamusal hayata dahil etmeye çalışmıştır. İkinci dalga kadın hareketinin çabaları, kadınlardan oluşan “dişi bir kamusal” yaşam oluşturma şeklinde özetlenebilir.
1960’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar devam eden ikinci dalga da; cinsellik, üreme haklarıyla, kişisel kadın bilinci öne çıkmış, toplumsal cinsiyet kavramı tartışılmaya başlanmıştır. İkinci dalga da siyasal olarak kadınlar hemen hemen haklarını elde etmeye başlamışsa da toplumda yine eşitsiz bir konumda olduklarının farkına varılmıştır. Bu farkındalığa bağlı olarak; toplumsal eşitsizliğin, toplumun ataerkil yapısı, cinsiyetçi iş bölümü, kadınların üreme ve biyolojik yapıları gibi unsurlarla desteklendiği görülünce; kadın Hareketinde, bunun karşılığında iş gücüne katılım, eşit ücret, kadınların çifte vardiyası gibi talepler ortaya çıkmıştır.
1990’lı yıllarda yeni bir kadın hareketi dalgası ortaya çıkmıştır. Bu hareket, günümüzde de hala gerçekleştirilemeyen, ikinci dalga kadın hareketlerinin savunduğu görüşler üzerine yoğunlaşmıştır. Üçüncü dalga da evrensel kadın bakış açısı yıkılarak bireysel olarak kadınların farklılıklarına odaklanmak gereği ortaya çıkmıştır. Bu akımın doğuş amacı; ikinci dalga hareketlerinin ‘Irkçılık, erkek ayrımcılığı’ gibi sözde ya da hakiki hataları düzeltilmesi ve feminizm akımı güncel toplumsal durumlarla bağdaşması olarak algılanabilir.
Kadınlığı yücelten bu hareket, “kadınlıkla” “insanlık” arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, kadınlığın barındırdığı üstün değerleri insanlığa kazandırma amacına yönelinmiştir. Doğrudan doğruya “kadınlık” gibi pozitif bir değer etrafında yoğunlaşan bu kadın hareketi aynı zamanda kadınlığı “farklı” ve “özgün” bir kimlik kaynağı haline getirmeye çalışmaktadır. Bu dönemde ayrıca; ‘toplumsal cinsiyet ve kadının cinsel kimliği’ derinlemesine sorgulanmış, kimlik mücadelesi başlatılmıştır. Üçüncü dalga hareketi yasalara daha az vurgu yaparak bireysel kimlik üzerine daha fazla odaklanmıştır.
Bu kadın hareketi birinci ve ikinci dalganın aksine “siyasal” olmaktan çok, “felsefi” ve “kültürel” alanda var olmaya çalışmakta ve bu yönde tezler geliştirmektedir. Kadının fizyolojik yapısını ve yetişme sürecini referans alan bu kadın hareketi, kadının erkekten farklı bir kognitif yapıya, farklı bir algı sürecine, farklı bir kişilik yapısına, dolayısıyla farklı bir bilgi çerçevesine sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bütün bu farklılıklar insanlığın ihtiyaç hissettiği sevgi, şefkat, merhamet, bağışlama, yardımseverlik, duygusallık, romantizm gibi pozitif değerler barındırdığı için insanlığın kültürünü ve siyasetini bu değerler üzerine bina etmek gerekiyor.
2000’ li yıllara gelindiğinde, Dünya kadın yürüyüşü; adil, aşit demokratik ve dayanışmacı bir yapı içinde barışçıl bir dünya kurma söylemiyle yürümeye devam etmektedir.
Kadın hareketinin dördüncü dalgası ise şimdilerde başlıyor. İnternet ve sosyal ağlar yoluyla digital bir kadın hareketine şahit olacağız. Kadın Hareketi #MeToo örneğinde olduğu gibi dijital dünyada çok kolay bir şekilde organize olarak gerçekleşmeye başlamış, kendini internet ve sosyal ağlar üzerinden örgütlenmeye başlamıştır.
Ülkemizde Kadın Hareketleri
Ülkemizde kadın hareketleri, Osmanlı devleti zamanından, 1869 yılından itibaren takip edilebilmektedir. O zamanlar; söz söyleme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, aile içinde saygın bir yer edinme, çok eşliliğin kaldırılması, tek taraflı boşanma hakkının kısıtlanması için mücadele edilmiştir. Kendi çabalarıyla kadın dernekleri kurulmuş, dergi ve gazeteler çıkarılmaya başlanmıştır. 1869 yılında Terakki-i Muhaderat adıyla başlayan kadın dergi ve gazetemerinin sayısı cumhuriyete kadar 40 sayısına ulaşmıştır.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde başlangıçta en önemli kadın aktivistlerin başında Nezihe Muhittin’le karşılaşıyoruz. Cumhuriyet döneminin ilk partisi 16 haziran 1923 tarihinde Nezihe Muhittin başkanlığında kurulan Kadınlar Halk fırkası oldu ama parti onaylanmadı. Parti kuramayan kadınlar, 07.02.1924 tarihinde Nezihe Muhittin başkanlığında, Türk Kadınlar Birliğini kurdular. Türk kadınlar birliği 1925 tarihinde kadınlar seçme ve seçilme hakları için mücadele etti. 1935 te Türkiye’nin evsahipliği yaptığı Uluslararası Kadın Birliği Kongresinin ardından görevini tamamladığı gerekçesiyle kapatıldı.
Sonraki dönemde 1949’da Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği 1951’de Türk Kadınlar Birliği 1956’da Türk Hukukuçu Kadınlar Derneği gibi dernekler kurarak bu dermneklerde mücadele eden kadın dernekleri ve çalışmalarına bakıldığında Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması ve bu dervrimlerle elde edilen hakların sağlanması çabalarına yoğunlaşılmıştır.
1935-1970 yılları arasındaki dönemde kadınlar daha çok yardım dernekleri, yardımseverler, kızılay, çocuk esirgeme,Türk anneler birliği gibi dernekler eliyle faaliyetler yürttüler. Bu dönemlerde kadın giyim kuşamını modernleştirmek, kamusal alana katılım, okuma yazma gibi faaliyetlerle kadınları değiştirmeye çalışarak, modern Türk kanını yaratma çalışmaları içinde oldular. Yine bu süreçte kadınların, ulus devlet ve milli kültür yaratma anlayışı içinde mücadele ettiklerini görüyoruz.
1980 sonrasında Türkiye’de kadın hareketi, dünya kadın hareketlerinin ikinci dalgasından etkilenerek artmaya başlamıştır. 1990 ‘lı yıllara gelindiğinde tüm birleşenleriyle organize olmaya başlayarak kadınlar arası farklılıkların tanımlanmaya başladığı yıllar olmuştur. 2000’li yıllara gelindiğinde kadınların kimlik mücadelelerinin arttığı, eylem platformlarının oluştuğu kadın kuruluşlarının birlikte hareket etmeye başladıkları görülmektedir.
1979’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi olarak ( CEDAW), Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanarak Birleşmiş Milletlerin, Kadın On yılı’nı kapattığı Nairobi konferansına katılınmıştır.
CEDAW’la güçlenen ve yavaş yavaş yeniden uyanış içinde olan kadın hareketi, 1986 Mart’ında yürürlüğe girecek olan sözleşmenin iyi bir şekilde uygulanması için hükümetin acil önlem almasını isteyen bir dilekçe yazdı ve dilekçeyi imzaya açtı. Hiç beklenmeyen bir şekilde 6 bin imza toplandı.
Türkiye’de kadın hareketinin en önemli evrelerinden biri olan kadının kimliğini arama evresi 1980 sonrasında başlamıştır. Bu evre; genel olarak kadınları, özel alan olan ailenin duvarlarının dışına çıkarma, kamusal hayatta erkekle tam anlamıyla eşit statüye kavuşma, geleneksel patriarkal kültürü sorgulama, kadın aleyhine mevcut olan hukuksal normları tespit edip bunların üzerine gitme şeklinde özetlenebilir. Türkiye’de 1980 döneminin sonrasında kadın hareketinin açtığı yolun ertesinde, kadınlar yeni alternatif yollar bulmaya ve varlık mücadelelerine devam etmiştir.
1980’lerde mücadelenin yönü sokak hareketleriyken, 1990’larda yerini kurumsallaşmaya bırakmıştır. Türkiye’de kadın kuruluşları, kadın hareketini toplumsal yansıması, etki alanları ve örgütlenme tarzlarıyla ulusal ve uluslararası alan da aktif olamaya başlamışlardır. Kadın kuruluşları alternatif politika üretmek, gerekli yasal düzenleme için kamuoyu oluşturmak için faaliyet yürütmektedir. Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasi koşullar içerisinde kadın hareketleri kurumsallaşma yoluna girmektedir. Dernek, dergi, akademik çalışmalar düzenleyerek bir dizi faaliyet alanı oluşturulmaktadır. Kadın hareketleri, bu süreçte farklı çevreler oluşturmaktadır.
1990’lı yılların hemen başında hukuksal kazanımlar da elde edilmeye başlanır. Bunlardan en önemlileri; tecavüze uğrayan kadın fahişe ise öngörülen ceza indirimini içeren TCK’nın 438. maddesinin yürürlükten kaldırılması, kadının çalışmasını kocasının iznine tabi tutan Medeni Kanun’un 159. maddesinin değiştirilmesi, kadınların kocalarının soyadlarıyla birlikte kendi soyadlarını da taşıyabilmeleri, ‘bakire’, ‘dul’ ve ‘boşanmış’ gibi tanımların nüfus kağıtlarından kaldırılması, zinanın suç olmaktan çıkarılması, ‘aile birliğinin reisi kocadır’ ibaresinin kaldırılmasıdır.
2010’li yılların en mühim kadın gündemlerinden biri olan kürtaj yasaklarına karşı kadın hareketinin cevabı; 2012 yazında “bedenimiz bizimdir”, “kürtaj haktır, karar kadınların”, “benim bedenim benim kararım” gibi sloganları eşliğinde oluşturulan platformların, Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirdiği eylem ve kampanyalarla olmuştur.
Kadın hareketleri İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrinde gerçekleşen protesto eylemleriyle bu yasağa karşı çıkmıştır. On haftaya kadar yasal olan kürtaj süresini indirmeye kalkan yasa değişikliği tasarısına karşı, kadınların tüm Türkiye’de sokağa dökülmesi üzerine yasal alanda kürtaj yasakları rafa kaldırılmışsa da fiiliyatta yasak uygulamaya girmiştir. Hali hazırda kürtaj uygulaması birçok kamu hastanesinde fiilen sekiz hafta olarak uygulanmakta ve ek olarak doğum kontrol yöntemlerinde de engellemeler uygulanmaktadır.
Baskı altında tutulan ve şiddete maruz bırakılan kadın bedeni, seksenlerin sonu ile günümüz arasında kadın hareketinin öncelikli öbür konusu oldu ve her baskı ve şiddet biçimi çeşitli kampanyalara konu edildi: Bekaret kontrolü, aile içi şiddet, tecavüz, cinsel taciz ve namus cinayetleri bu mücadelenin odaklandığı ciddi sorunlardı. Aile içi şiddet konusunda kadın hareketi “kadın sığınakları” modelini oluşturdu, belediyelerin hareketin geliştirdiği ilkelere uygun sığınaklar kurması gereğini gündeme getirildi. Kadın hareketindeki bu mücadeleler halen sürüyor.
2000’li yıllarda kadın hareketleri kendi kurumsal ve özerk faaliyet alanlarıyla farklı dinsel, ırksal, sınıfsal kimlik ve statüleri bir arada toplayarak tüm bu alanlar içerisinde yaşanılan sorun ve saldırılara karşı kendi örgütlü güçleriyle bir örgütlenme oluşturmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde yaşanılan kadın cinayetleri ve bir dizi saldırılara karşı kadının yalnız olmadığını anlatmak üzere; kadın hareketinde mücadele eden tüm aktivistler, bu saldırıların takipçisi olmaktadırlar.
Kadınları ve kadın örgütlerini sokağa düşüren önemli bir olay; Mersin’in Tarsus ilçesinde 11 Şubat 2015’te tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürülen 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın ölümüydü. Türkiye’nin birçok ilinde bu olay nezdinde, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete, tacize yeterli önlemler almamasına karşı eylem ve protestolar gerçekleşmiştir.
Sonuç olarak Türkiye kadın hareketi, günümüzün en etkin ve canlı kadın hareketlerinden birisidir. Demokratiktir, kendi içinde çoğuldur ve demokrasinin geliştirilmesinden yanadır. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin ötesinde, Anadolu’nun irili ufaklı hemen tüm kentsel yerleşimlerinde kök salmıştır. Kadınları ilgilendiren her konuyu derinliğine tartışan, çözümler üreten yüzlerce dernek, vakıf, girişim, komisyon, baroların kadın komisyonları, üniversite araştırma ve uygulama merkezi gibi örgütten oluşmaktadır. Bu örgütler gündemdeki konuya göre değişik platformlarda bir araya gelmekte ve etkili işbirlikleri kurmaktadırlar.
Kadın hareketi tarihine baktığımızda kadınlığın artık farklı bir kimliğin kaynağı olarak kabul edildiği bir noktaya geldiğimizi görmekteyiz. Hatta daha da ileri gidilerek üretim ilişkileri yoluyla felsefe, edebiyat, kültür, eğitim, dini yorum gibi entelektüel etkinlikleri yeniden üreterek kadınlıktan kaynaklanan pozitif değerleri insanlığa kazandırmanın gereği üzerinde durulmaktadır. Böylece üstün gelme, ezme, yok etme, savaşma, çatışma gibi değerlerin süslediği erkeksi patriarkal kültür aşılacak; yerine şefkat, merhamet, yardımseverlik, dayanışma, özveri gibi değerlerin ikame edilmesi gerekecektir.
Türkiye kadın hareketlerinin tüm süreçleri birlikte incelendiğinde; kat edilen yolun, verilen mücadelelerin, elde edilen kazanımların, kadınların hayatını ve Türkiye toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapısını önemli ölçüde değiştirdiğini, dönüştürdüğünü görüyoruz. Türkiye kadın hareketlerinin deneyim ve birikimlerinden ve kadın dayanışmasından destek alarak mücadeleye devam etmek hala kadınların önündeki tek seçenek olarak duruyor.
Şimdilerde kadın hareketinin en temel sorunlarından biri de elde edilen kadın hak ve özgürlükleriyle ilgili kazanımların korunması noktasında yaşanmaktadır. Kadın hareketi, ister istemez kaybedilemeyecek kadar değerli yeni bir kadın hakları mücadelesine dönüşmüş bulunmaktadır. Kadın hareketine gönül vermiş olan herkesin, bütün gücüyle neoliberalizm ve muhafazakarlık kıskacında ufalanmaya başlayan kadın haklarıyla ilgili kazanımlarımızın korunması için çalışması gerekmektedir.
Bir yanıt yazın