Edebiyatta Türcülük ve Estetik istismar
Prof. Dr. Z. Gönül Balkır-Öğr. Gör. Başak Balkır Gülen
Edebiyatta insan merkezcilik, insanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bir bakış açısıdır. İnsanları doğadan ayrı ve üstün; hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları gibi canlıları ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür. Bu bakış açısı özellikle insan türünü öne çıkaran kabulüyle türcülük ve canlılar arasında ayrımcılık yaratmaktadır. Türcülük, canlılara sadece ait oldukları türden ötürü farklı değer addedilmesiyle insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak, belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğratılması şeklinde tanımlamaktadır.
Hayvanı merkeze koyan eleştirel edebiyat çalışmalarında, hayvanların; insanlık durumlarına ya da insan duygularına ilişkin sembol, metafor, alegori ya da metonimi olarak kullanımı, estetik istismar olarak tanımlanmaktadır.
Doğanın ve hayvanların insan tarafından istismarı, edebiyat ve sanata açık bir şekilde yansımakta; edebi metinlerde de açık bir şekilde ortaya konmaktadır. İnsan varlığını da tehdit eden bu istismar ve körlükten çıkışta, tüm canlıların eşit olduğunu kabul eden, yaşamı merkez alan biyomerkezci estetik duyarlılıklar, edebi eserleri estetik istismardan kurtarabilir. Sanat ve edebiyatın anlam arayışları, hayvan temsilinin yerinden edilmesiyle, insan-hayvan ayrımını yıkan biyomerkezci yeni anlatı ve arayışlar, edebiyatın merkezini değiştirebilecek yeni olanaklar yaratabilir.
Anahtar Kelimeler: Edebiyatta türcülük, estetik istismar, estetik duyarlılık.
Speciesism and Aesthetic Abuse in Literature
Prof. Dr. Z. Gönül Balkır-Lec. Başak Balkır Gülen
In literature, anthropocentrism is a philosophical perspective that takes human as the center or the most important being of the world. According to this perspective, humans are unique and superior to the nature and other living creatures such as animals, plants and mineral resources can be justifiably exploited for human being’s own benefit. This point of view that accepts human race superiority causes a discrimination between the species. Speciesism is defined as the exploitation or discrimination of certain animal species, based on the assumption of superiority of the human race, by considering living things to be of different value only because of the species to which they belong.
In critical literature studies that put animals in the center, animals; the usage of animals as symbols, metaphors, allegories or metonymy regarding human situations or human feelings is defined as aesthetic abuse.
Human exploitation of nature and animals is clearly reflected in literature and art; it is also clearly revealed in literary texts. In the exit from this abuse and blindness that threatens human existence, biocentric aesthetic sensitivities, which accept that all living things are equal and center on life, can save literary works from aesthetic abuse. The search for meaning in art and literature, with the displacement of animal representation, new biocentric narratives and quests that break the human-animal distinction can create new possibilities that can change the center of literature.
Keywords: Speciesism in literature, aesthetic abuse, aesthetic sensitivity.
GİRİŞ
Hayvan haklarının gelişimi ve insan dışı varlıkların da, birer birey olukları gerçeği, dünyaya bakışımızı değiştirmiştir. Türcülük kavramıyla birlikte insan merkezli etik değerler ve felsefeden hayat merkezli etik değerler ve bakış açısını öne çıkarmıştır.Çalışmamızda, insan merkezli bakış açılarının hayvan temsiliyle ilgili sanat ve edebiyattaki yansımaları dikkate alındığında hayvanların edebiyattaki temsillerinin de suistimale ve istismara uğradığına dikkat çekmeyi amaçlamış bulunuyoruz.
1.EDEBİYATTA TÜRCÜLÜK
1.1.Türcülük ve Ayrımcılık
Türcülük; canlı bireylere sadece ait oldukları türden ötürü farklı değerler addetmektir. 1970li yılların başlarında ortaya çıkan bir kavram olarak türcülük, bir türe ait bireylerin diğer bir türün bireylerinden daha önemli ve değerli olduğunu savunan ayrımcı bir bakış açısı ve felsefedir. Türcülük de egemen grubun işine geldiği için, devam edip giden bir önyargı ve ayrımcılık bulunmaktadır.
Türcülük, canlılara sadece ait oldukları türden ötürü farklı değer addedilmesiyle ilgili olarak, insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak, belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğratılması şeklinde de tanımlanabilir. Türcülük, insan şovenizmi dışında bazı hayvanların kendileriyle tümüyle karşılaştırılabilir özelliklere sahip diğerlerine üstün tutulması olarak da kendini gösterebilir. (olgun, 2020)
İnsanların yüzyıllardır, konuşma yetisi haricinde hayvanlarla neredeyse aynı özelliklere sahip olmasına rağmen, kendini hayvanlardan üstün görmesine ve onları katletmekte sakınca görmemesine türcülük adaı veriliyor(Arslantaş, 2019).
Türcülük, Oxford sözlüğünde, “insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak, belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğratılması” olarak tanımlanır. İnsanlar yumurta yesin diye, tavukları daracık kafeslerde dip dibe tutup, hormonlara boğmak, türcülüğe bir örnektir. Türcülük, insan şovenizmi dışında bazı hayvanların kendileriyle tümüyle karşılaştırılabilir özelliklere sahip diğerlerine üstün tutulması olarak da kendini gösterebilir. Örneğin en az köpek kadar, hatta belki daha fazla zeki olan domuzun bir köpeğin sahip olduğu yasal korumaya sahip olmaması gibi.
Çoğu insan akıl yürütme yetisi ve diğer zihinsel yetiler açısından insan dışı hayvanlardan daha üstün olabilir; ama bu, insanlarla hayvanlar arasında çizilen sınırları haklı çıkarmaz. Bazı bebeklerin ve ileri düzeyde zihinsel engellilerin zihinsel yetileri bazı hayvanlarınkinden de daha geridir; ama biri çıkıp da temizlik malzemelerinin güvenliğinin test edilmesi için zihinsel yetileri gelişmemiş insanlara uzun süreler boyunca büyük acılar çektirecek testler uygulanmasını isteyemez. Aynı şekilde onları hayvanlar gibi küçük kafeslere tıkmayı ve sonra kesip yemeyi de kabul edemeyiz. Ama hayvanlara bu şekilde davranabilmek de hiçbir sakınca görülmez.
Türcülük, dünyadaki canlı varlıkları, ait oldukları türlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutmak eylemidir. İnsanın sığır, tavuk gibi türlere veya türlerinden dolayı baskı kurması bir türcülük örneğidir. İnsanlar ve insan dışı hayvanlar arasındaki bariz farklılıklara rağmen, acı çekme yetisi açısından onlarla aramızda bir fark olmadığını ve bu durumun onların da tıpkı bizim gibi çıkarları bulunmaktadır. İnsanlarla aynı türe mensup olmadıkları gerekçesiyle hayvanların çıkarlarını önemsiz görmek ve göz ardı etme davranışı da türcülüktür. Bu bağlamda türcülük, ırkçılık anlamını taşır. Irkçılar da, kendi ırklarına mensup kişilerin, diğer tüm özelliklerinden ve niteliklerinden bağımsız olarak, sırf bu özelliklerinden dolayı daha üstün bir ahlaksal statüye sahip olduklarını düşünürler. Benzer şekilde hayvan hakları savunucularına göre bir insan bebeğine sağlanan yasal korumanın örneğin bir kediye sağlanmaması da türcülüktür. Zira insan bebeği, kediden daha zeki değildir ve sadece sahip olduğu potansiyel sebebiyle korunduğu iddiası, kürtajın yasal olduğu bir ortamda geçerliliğe sahip değildir (Wikiwand, 2021).
İnsanın tür olarak ortaya çıkışından sonra, mağara resimlerinde, mitlerde, masallarda, sözlü hikâyelerde ve efsanelerde yer alan, evcilleştirmeden itibaren toplum içinde insanlarla birlikte şu veya bu şekilde iç içe olan, modernizmle birlikte toplum içindeki hayvan varlığının farklı bir biçim almasıyla yeni bir kimliğe bürünen ve günümüzde giderek artan sayıda insanın evinde onlarla birlikte yaşayan adına pet denilen hayvanlarımız var. Birçok ülkede sayıları azımsanmayacak büyüklükte olan sokak hayvanları, gelişmiş ülkelerde barınaklarda sahiplendirilmeyi bekleyen, 2 ay, 1 ay, 15 gün, hattâ 7 gün içinde bir insan onları sahiplenmediğinde öldürülen hayvanlar var.
Aynı şekilde sportif faaliyet olarak avlanan, sirklerde, hayvanat bahçelerinde seyir nesnesi olarak sergilenen, güreştirilen, dövüştürülen, üzerlerinde deneyler yapılan; kürkü, derisi, eti için öldürülen hayvanlar, ürünleri için yığınlar halinde daracık yerlere hapsedilip oradan oraya taşınan hayvanlar var. Tavuk ve yumurta çiftliklerinde hayvanlar kafeslere koyulup bir de gün yüzü görmediklerinden hırçınlaşıp birbirlerini gagalamasınlar diye gagaları kesiliyor. Ve bazı civcivler bu yüzden kan kaybından ölürken bu yönteme gagasızlaştırma adı veriliyor. Kazlar, insanlar yağlı kaz ciğeri seviyor diye zorla beslenirken, bazıları bu yüzden boğularak ölüyor. Pet shoplardaki hayvanları hayvan üretme tesislerinden geliyorlar. Orada hayvanlar sürekli zorla çiftleştiriliyor, pis kalabalık kafeslere kilitleniyor ve çiftleşemeyecek duruma geldiklerindeyse basitçe ortadan kaldırılıyorlar. Bakılamadıkları ya da fazla büyüdükleri için dışarıya atılan hayvanlarsa hayvan barınaklarına gönderiliyor ve hayvanlar çok kalabalıklaşınca da öldürülüyorlar (Tekin, 2018, 244).
Gerçekten de hayvanlar, endüstriyel hayvancılık faaliyetleri kapsamında hayatlarının neredeyse tamamını gün yüzü görmeden geçirmekte, manevra imkânını bütünüyle ortadan kaldıran daracık alanlarda hapsedilmekte, verimliliği artırmak üzere tabiatlarına aykırı biçimde beslenmekte, nakliye veya barındırma süreçlerini kolaylaştırmak üzere boynuzlarına, gagalarına ve diğer uzuvlarına ciddi zararlar verilmekte, meşrûiyeti tartışmalı deneylerde acı verici muamelelere maruz bırakılmaktadır.
Türcülük terimi genelde hayvan hakları savunucuları tarafından insan merkezli modern toplumu eleştirmek amacıyla kullanılır. İlk olarak 1970 yılında Richard D. Ryder tarafından ırkçılık kavramına benzetilerek kullanılmıştır. Birey olmuş bir canlının toplum tarafından korunmasının tek sebebi, o canlının ait olduğu tür ise o toplum türcü bir toplumdur. Peter Singer, “Hayvan Özgürleşmesi” isimli kitabında bu konuya şöyle bir felsefi yaklaşım getirmiştir; hayvan deneyleri; ancak amaçlanan faydalar sebep olunan zararları aşıyorsa meşru görülebilir. Bu konumun mantığını izlersek bir insan bebeği ve bir maymun Singer’ın testini geçen bir deneyde kullanılabilir. Eğer bebek kullanılmıyorsa o zaman maymun da kullanılamaz. Eğer sadece maymun kullanılıyorsa bu, insan türüne atfedilen bir ayrımcılık, türcülüktür. Felsefi ve siyasal anlamına gelince; türcülük, hayvan hakları teorisyenlerine göre ırkçılık, cinsiyetçilik gibi bir ayrımcılık türüdür. Diğer türlere karşı baskı kurmak, türlerinden dolayı işkenceyi serbest bırakmak, etik. Bu davranışların ortadan kaldırılması için insanların anti-türcü bir yaklaşım geliştirilmesi açıdan suçtur, insan kültürlerinde insan ve diğer türler arasındaki çelişkili ilişkinin açığa çıkartılarak sergilenmesi ve türler arasındaki bu ayrımcılığa karşı çıkılması gerekmektedir.
1.2.Edebi Metinlerde İnsan Merkezcilik ve Yeni Bakış Açıları
Modernizm sonrası toplumlarda gelişen bilim ve teknoloji, sanatı da beraberinde etkilemiştir. 20. Yüzyılda doğan kapitalizmle beraber insan-doğa arasındaki ahenk bozulmuştur. Hayvanlar, insanlık tarihi boyunca sahip olduğu yüce, tanrısal kavramlarından koparılarak, modern insanın artan ihtiyaçlarını gidermek için büyük bir hammadde zincirine dönüşmüştür(Aslantaş, 2019 ).
Doğaya hükmetme arzusunda ısrarcı olan insanlık, kendi sonunu hazırladığı kaosa doğru ilerlemektedir. Antroposantrik düşünme biçimi sanat tarihinde de etkisini göstermektedir. İnsanın hayvanla olan ilişkisinde kurduğu pragmatist düşünce ile her türlü canlı ve nesne bir metaya dönüşmüştür. Modernizmin genişlemesiyle yeni üretim modelleri ve düşünceler yeni kuramları da beraberinde getirmiştir. Faydacı felsefeci Jeremy Bentham “herkes bir sayılır, kimse birden fazla değildir” derken, toplam mutluluk hesabında Yokshire Dükü ile sıradan işçiyi aynı değerde kabul ederken; acı çekme kapasitesine sahip oldukları için hayvanlarında mutluluk hesabına dahil edilmesi gerektiğini söyler. Faydacı felsefeci Jeremy Bentham, hayvan haklarının temelini attıysa günümüzde bu bayrağı türcülük karşıtlığı ile tanınan Peter Singer taşımaktadır.
Hayvan çalışmalarının başladığı 1970’lerden bu yana hayvan/insan ayrımı ve ilişkisine dair kitaplar yazıldı. Peter Singer’ın 1975’te yazdığı Hayvan Özgürleşmesi bir mihenk taşı oldu. Singer, hayvan hakları konusunda öncülerden kabul edildi. Vejetaryenliği savunuyor, itlafa ve hayvanların deneylerde kullanılmalarına karşı çıkıyordu (Bingöl Yüce, 2016)
Hayvan sorununun estetik açıdan incelenmesine, genellikle John Berger’in 1977 tarihli “Why Look at Animals?” (Hayvanlara Niçin Bakarız) adlı denemesiyle başlatılmaktadır. Berger’a göre hayvanlar, kendi deneyimlerimizi göstermek amacıyla kullanılmaktadır. Hayvanların yalnızca insan bakışının pasif nesneleri olarak tasvir edilmeleri, onların marjinalleştirilmesini güçlendirmiştir (Berger, 1977).
John Berger 1977’de kaleme aldığı yazı pek çok soruyu ve kavramı gündeme getirdi. Konuyla ilgili literatürün oluşması için; ekoeleştiri ismi verilen yeni bir akım ve posthümanist bakış açısının ilk adımlarından birini oluşturdu. İnsanmerkezci (antropomorfizm) bakışın yerini hayatmerkezli (biyomerkezli) bir bakış açısını savunan bu görüş, her şeyi bir temsil sorunu olarak tanımlarken, edebi söylemin insan kimliğini dile getirmek için hayvanı bir kuklaya dönüştürmesini eleştiriyorken; Berger, hayvanların kültürel anlamlarına ilişkin tarihi bir yön değişimine paralel olarak, onlarla fiziksel ilişkilerimizde 18. yüzyıldan itibaren bir değişim yaşandığını, hayvanların gıda maddesi olarak metaya indirgenmesinin de hayvan masumiyetine ilişkin nostaljik bir bakış açısını doğurduğunu belirtmektedir. Hayvanların bir türü de “pet” olarak, bizim ihmal edilmiş duygusal, özgeci yanlarımızı onaylama işlevi görmektedir.
- ve 19. yüzyıllardaki ilk dalgasında doğa yazımı üzerinde yoğunlaşan, ikinci dalgasında ise insan ile insandışı doğa ve varlıklar arasındaki ayrımın ortadan kaldırılmasına yönelen ekoeleştiri, çağdaş araştırmacılardan Greg Garrard’a göre, “İnsanla insandışı arasındaki ilişkinin kültürel tarih boyunca irdelenmesi ve bizzat insan kavramının eleştirel bir incelemesidir…’. Ekoeleştiri, yalnızca edebiyatta doğayı analiz eden bir araç değildir; biyo-merkezci dünya görüşüne kayan bir hareketi anlatır, insan idrakının fiziksel çevre ve insan olmayan yaşam formlarını içeren küresel toplulukları da kapsayacak şekilde genişletilmesini temsil eder.”(Tekin, 018, 250).
Hayvanların sanat eserlerinde oldukları gibi ya da çeşitli seviyelerde insan özellikleri atfedilmiş halleriyle, insan merkezci; antromorfist bir tavırla kendilerine yer bulmaları, eserlerin parçaları haline gelmeleri, çok eski zamanlara dayanıyor. Hayvanlar, edebiyatta da yaratıcılarının üretim seçeneklerini ve takım çantalarını genişletip, zihinden zihne kurulacak kanalların inşasına yardımcı oldular. Zaman zaman bizim onları insanlaştırmamız gibi onlar da insanları hayvanlaştırıp, edebiyat dünyası canavarlarının ortaya çıkmasına ilham oldular. Sembolizm ve gerçeküstücülük gibi akımlarda belirleyici ögeler oldular, var olmayan dünyaların kurulmasına, içinde yaşadığımız dünyanın sınırlarını genişlettiler.
Binlerce yıldır hikâyelerimizde hayvanlar da yer alıyor. İnsanlık olarak mitoloji, destanlar, masallar, şiirler, fabllar ve elbette romanlar yazdık hayvanların birer karakter olduğu. Hayvanlar; kimi kez baştan sona yer aldı metinlerde, kimi kez insanların arasında yer aldılar. İnsanlara galebe çaldılar yahut yenildiler. Bazen insanlar hiç gözükmedi o hikâyelerde, bazen bir insanın kendini hayvana dönüştürmesine bazen de tam tersine şahit olundu. Hayvanlar edebiyatımızda; kendilerini bazen insan olarak, bazen yarı at yarı insan olarak ya da bazen yarı balık yarı insan olarak buldular. Hayvanların karakterleri, özellikle de hikâyenin kahramanı olarak boy gösterdiği masal ve fabl gibi türlerde, insan tiplerine ve özelliklerine işaret eden semboller ya da alegori işleviyle, insan biçimci bir nitelik göstermektedir. Masallarda tilkilerin kurnazlığı, kargaların ahmaklığı, kurtların hainliği anlatılır. Bunların hiç biri hayvan değildir. Evet, anlatılan karakter tilkidir, kargadır. Ancak anlatılan hikâye insana dair özelliklerdir. Tilkiler kurnaz değildir, ama masalda tilki üzerinden insanın bir özelliği hikâye edilmektedir. Tilki, insanı anlatmak için kullanılan bir kukladır. Edebi metinlerde hayvanlar, insana ait bir özelliğin teşhir edilmesi için kullanılmaktadır (Yazgıç, 2021).
İnsanların yaşamını sürdürdüğü siyasal ortamın dışında yaşayan hayvan, yasaya tabii olmayan doğanın bir parçasıdır. Toplumsal ahlâkı geliştirmek, eğitmek kimi zaman da yermek için yazılan eserlerde, fabllarda insan yerine hayvan söz söylemektedir. Aslında dilden yoksun canlılar, bizlere nasıl masal anlatabilirler? Siyasal yaşamda egemen olan insan, benzerlik ilişkisinden yararlanarak adın anlamını değiştirmiş, kavramları dönüştürmüştür. Ontolojik ayrılıkların ortak bir dil bütünlüğü içinde iletişime geçebilmesi için hayvan insanlaştırılır veya insan hayvanlaştırılır. Bu geçit sayesinde doğa; hayvan ile insan arasındaki sınırları ve birlikteliği anlamlandırılır. İnsanın kendi kökenini kavrayabilmesinde aracı olan hayvanlar, insanla olan benzerlikleri ve farklılıkları açısından merak uyandırırlar. (Aslantaş, 2019, ii ).
Hayvanlar, insanla arasında çizilmiş sınırın dışında yaşar, çoğu zaman dışlanmalara ayrımcılığa maruz kalırlar, alıkonulurlar, kapatılırlar; bu da onları göçebe olmaya iter. Bu göçebelik durumu her şeyi hareketli hale getirmektedir. Sosyolojik, politik, sanatsal veya kültürel imgeler, düşünceler, yöntemler, pratikler yerlerinden edilir ve dünyayı dolaşarak hareket ederler.
İnsan hayvan karşıtlığındaki bu bakış açılarından biri olarak insanmerkezcilik, kendi konumunu öncelerken, diğer varlıkların tamamını denetimi altına almaktadır. Bu karşıtlığı bozmak için yapılması gereken ilk iş aralarındaki hiyerarşiyi yıkmaktır. Ancak, Hayvan Çalışmaları hala büyük oranda insana ait kavramlara ve sanatsal ürünlere odaklanmış durumdadır ve insan-merkezciliğin tahakkümü altındadır (Aslantaş, 2019,30 ). Aslında tüm canlılar, insan varlığını sürdürmek için orada bulunurken, insanmerkezcilikte insani amaçlara giden araç kimliği taşırlar.
- Edebi Metinlerde Hayvan İstismarı
2.1.Hayvanların İnsan Göstergesi Olarak Kullanılması
İnsan merkezcilik, insanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bir bakış açısıdır. İnsanları doğadan ayrı ve üstün; hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları gibi canlıları ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür. Bu bakış açısı özellikle insan türünü öne çıkaran kabulüyle ayrımcı ve türcü bir bakış acısı ortaya koyar.
İnsan merkezcilik, insanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bir bakış açısıdır. İnsanları doğadan ayrı ve üstün; hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları gibi canlıları ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür. Bu bakış açısı özellikle insan türünü öne çıkaran kabulüyle türcülük ve canlılar arasında ayrımcılık yaratmaktadır. Türcülük, canlılara sadece ait oldukları türden ötürü farklı değer addedilmesiyle insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak, belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğratılması şeklinde tanımlamaktadır. Türcülük, insan şovenizmi dışında bazı hayvanların kendileriyle tümüyle karşılaştırılabilir özelliklere sahip diğerlerine üstün tutulması olarak da kendini gösterebilmektedir.
İnsanmerkezcilik, insan öznelliğine ve tarihe dair hâkim olan, üstün kabul edilen ilişkiler geliştirmek suretiyle tüm varoluşu ayrımcılıkla çürüten kavramsal bir güçtür. Özne, beden, arzu, arzu makineleri, kadın oluş, hayvan oluş, azınlık oluş, organsız beden ve yersiz yurtsuzlaşma gibi kavramları açık bir sistemde, tartışmaya sunmaktadırlar. Öte yandan hayvanların, insanın yasalarından ve kültüründen bir haber yaşıyor oluşları, yersizleşme, yurtsuzlaşma olarak, insanla hayvanın ilişkisine; hayvanların tarafından bakmaya yönelik farklı bir bakış açısı ve bir kaçış sunulabilir(Aslantaş, 2019, 29 ).
2.2.Edebiyatımızda Estetik İstismar
Edebiyat ve sanat tarihimizin başlangıcından beri edebi metinlerde hayvan karakterleri yer almaktadır. Hayvanların karakterleri, özellikle de hikâyenin kahramanı olarak boy gösterdiği masal ve fabl gibi türlerde, insan tiplerine ve özelliklerine işaret eden semboller ya da alegori işleviyle, insan biçimci bir nitelik göstermektedir. Masallarda tilkilerin kurnazlığı, kargaların ahmaklığı, kurtların hainliği anlatılır. Bunların hiç biri hayvan değildir. Evet, anlatılan karakter tilkidir, kargadır. Ancak anlatılan hikâye insana dair özelliklerdir. Tilkiler kurnaz değildir, ama masalda tilki üzerinden insanın bir özelliği hikâye edilmektedir. Tilki, insanı anlatmak için kullanılan bir kukladır. Edebi metinlerde hayvanlar, insana ait bir özelliğin teşhir edilmesi için kullanılmaktadır(Yazgıç, 2021).
Hayvan temsilini politik açıdan ve hayvan hakları ile bağlantılı olarak araştıran çalışmalarda, insanın hayvan kavrayışının onlarla doğrudan deneyim tarafından değil, temsil tarafından şekillendirildiği boyut öne çıkarılmaktadır. Hayvanı merkeze koyan bu eleştirel çalışmalarda, hayvanların edebi yapıtlarda insanlık durumlarına ya da insan duygularına ilişkin sembol, metafor, alegori ya da metonimi olarak kullanımı, “estetik istismar” olarak tanımlanmaktadır. Hayvan temsilinde sembol ve metaforun yaygın kullanımı, gerçek hayvanın “göstereni” tarafından gizlenmesine yol açacak yani hayvan kayıp gönderge olacaktır(Tekin, 2018, 244).
Sokakta gördüğü bir atın dövülmesine tanık olmuş ve hayvanı savunmak için sahibine hiddetle çıkışan Friedrich Nietzsche, atın uğradığı şiddet karşısında ağlamaya başlamıştır. Bu yüzden Friedrich Nietzsche’nin hayvan sömürüsüne şahit olduğu için aklını yitirdiği söylemi vardır.
Doğanın ve hayvanların insan tarafından istismarı, edebiyat ve sanat alanına da açık bir şekilde yansımakta; edebi metinlerde de hayvan istismarı açık bir şekilde görülmektedir. Edebi metinlerde hayvanı insandan daha aşağıda bir canlı olarak aktarmak veya tavşanların sevimli, ayıların korkunç olması gibi hayvanlar arasında ayrım yapmak doğaya yapılmış bir hakaret ve hayvan istismarıdır. Hayvanlara karşı gösterilen bu tutum ve türcülük olgusu aslında tam anlamıyla estetik bir istismar niteliği taşımaktadır (Bingöl Yüce, 2016).
Edebiyattaki hayvan temsilindeki insanbiçimcilik ve sembolik anlam, sorunlu bir biçimde hayvan temsiline karışmakta ve sadece kurgusal dünyanın öğelerini canlandırmak için var olmaktadırlar. Hayvanların edebi metinlerde insan deneyimlerimizi göstermek amacıyla kullanılması; insan merkezli algı ve kabullerle edebi metinlerde hayvan karakterlerin, yalnızca insan bakışının pasif nesneleri olarak tasvir edilmeleri; hayvan yaşamının yanlış, önyargılı ya da kötü temsili, hayvan istismarı tartışmalarını beraberinde getirmiştir.George Orwell’in ünlü eseri, politik alegorinin sayılı örneklerinden Hayvan Çiftliği, Stalin döneminde yükselen siyasi yozlaşmayı ve Rus devriminin başarısızlıklarını anlatırken; eserde Sovyet dönemini domuzlar ve ülkeleri insanlar temsil etmektedir.
Gerçek hayatta olduğu gibi edebiyat tarihindeki hayvan sömürüsü örnekleri çok fazla ve çarpıcıdır. Edebiyatın ünlü böceklerinden biri de Kafka’nın karakteri Gregor Samsa ve onun kendini bir sabah böcek olarak bulmasıyla ortaya çıkmıştır. Kafka’nın Dönüşüm’ünün kahramanı Gregor Samsa’nın kulağında da benzer bir uğultunun duyulduğu, iki karakterin yabancılaşma deneyimlerinin benzeştiği düşünülebilir. Kafka’nın karakteri Gregor Samsa’nın kendini bir sabah böcek olarak bulmasının tekinsizliği ve dönüşümün insana yabancılaşmasında hayvan temsilinin bakışı nasıl tartışılmalıdır?
Sonuç
İnsan merkezcilik, insanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bir bakış açısıdır. İnsanları doğadan ayrı ve üstün; hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları gibi canlıları ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür. Bu bakış açısı özellikle insan türünü öne çıkaran kabulüyle türcülük ve canlılar arasında ayrımcılık yaratmaktadır. Türcülük, canlılara sadece ait oldukları türden ötürü farklı değer addedilmesiyle insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak, belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğratılması şeklinde tanımlanmaktadır. Türcülük, insan şovenizmi dışında bazı hayvanların kendileriyle tümüyle karşılaştırılabilir özelliklere sahip diğerlerine üstün tutulması olarak da kendini gösterebilmektedir.
Hayvanı merkeze koyan eleştirel edebiyat çalışmalarında, hayvanların; insanlık durumlarına ya da insan duygularına ilişkin sembol, metafor, alegori ya da metonimi olarak kullanımı, estetik istismar olarak tanımlanmaktadır. Doğanın ve hayvanların insan tarafından istismarı, edebiyat ve sanata açık bir şekilde yansımakta; edebi metinlerde de açık bir şekilde ortaya konmaktadır. İnsan varlığını da tehdit eden bu istismar ve körlükten çıkışta, tüm canlıların eşit olduğunu kabul eden, yaşamı merkez alan biyomerkezci estetik duyarlılıklar, edebi eserleri estetik istismardan kurtarabilir.
(Bu Bildiri, 27-28 Kasım 2021 Tarihli 4.Uluslararası Sanat Ve Estetik Sempozyumunda; Sözlü Bildiri olarak sunulmuş ve tam metin kitabında Yayınlanmıştır.)
Kaynakça
Arslantaş, H. (2019), Çağdaş Sanatta bir Medyum olarak Hayvan Kullanımı, İstanbul.
Bingöl Yüce, B. (2016) İnsan Olmayanı Yeniden Düşünürken Edebiyatın İmkânları, https://t24.com.tr/k24/yazi/insan-olmayani-yeniden-dusunurken-edebiyatin-imkanlari,734
John Berger,J. (1977), Why Look at Animals?,
http://artsites.ucsc.edu/faculty/gustafson/FILM%20161.F08/readings/berger.animals%202.pdf
Şahin, B. (2020), Çocuk edebiyatında hayvanlara yaklaşım ve Epiktetos örneği,
https://www.romankahramanlari.com/cocuk-edebiyatinda-hayvanlara-yaklasim-epiktetos-ornegi/
Olgun, H. (2020), Batı Felsefesinde Hayvanın Ahlâkî Statüsü: Francione’nin Abolisyonizmi Üzerine Bir Değerlendirme, https://dergipark.org.tr/tr/pub/opus/issue/52965/720047
Oxford Dictionary of English2010),
https://www.wikiwand.com/en/Oxford_Dictionary_of_English
Tekin, N. (2018),Edebiyatta Hayvan Temsili: Yokluk Olarak Varoluş,
https://www.researchgate.net/publication/324529563_Edebiyatta_Hayvan_Temsili_Yokluk_Olarak_Varolus
Yazgıç, S.K. ( 2021),Edebi Metinlerde Dolaşan Hayvanlar, https://medium.com/t%C3%BCrkiye/edebi-metinlerde-dola%C5%9Fan-hayvanlar-a739e3fefcbf
Bir yanıt yazın