Türk Dilinin Sadeleştirilmesi

Kategori: Makaleler | 0

Türk Dilinin Sadeleştirilmesi

 

      Gönül BALKIR                                    

 

1.Giriş

 

Bir toplumun yapısal özelliklerini, karakterini, arzularını, bilinçaltını öğrenmek ve anlamak için, o toplumun diline bakmak gerekir. Toplumların kullandığı dil bize, en geniş araştırma olanakları tanıyacaktır. Çünkü dil, toplumun ruhudur. Toplumun zaman içerisindeki yaşantılarının izleri, oluşturdukları değerler, ölüm karşısındaki tutumları, geleceğe yönelik beklentileri, evren hakkındaki çıkarımları… Hepsi, hepsi için dil, temel veri alanıdır. Sadece dillerini inceleyerek bir toplumun insani gelişmişlik düzeyini görmek mümkündür.

 

Dil, aynı zamanda bir egemenlik alanıdır. II. Abdülhamit birçok sözcüğün kullanımını yasaklamış, böylece, iktidarını tehdit eden meşruti eğilimleri ortadan kaldıracağını ummuştur. Tarihsel süreç içinde birçok yerde, birçok toplumda, dil, bu tür bir egemenlik çatışmasının araçlarından biri haline gelmiştir. Günümüzde bile zaman zaman bazı sözcüklerin kullanımı üzerine yapılan tartışmalar ve önyargılar, egemenliğin dil alanından vazgeçemeyeceğinin görüntüleridir. Bütün ulusal dirilişler önce dil alanında başlar. Türk ulusal dirilişi için de bunu söylemek olasıdır. Bu çalışma da tarihsel gelişimi içinde Kurtuluş Savaşı sürecinde Genç kalemler veya Yeni lisan hareketi olarak başlayan Türk dilinin sadeleştirilmesi çalışmalarının kısa bir özeti yapılacaktır.

 

  1. İlk Türk Alfabesi ve Türk Dili 

 

Türkler İslâmiyet’i kabul etmeden önce kendi yazı sistemlerini geliştirmişlerdi. Türkler tarafından kullanılan ilk alfabe Göktürk alfabesidir. İlk Göktürk yazıtları Yenisey’de bulunmuştur. 18. yüzyıldan beri varlığı bilinen bu yazıtların 1893’de okunabilmeleri sonucunda, Orhun yazıtları’nın Türklere ait oldukları ve 732 yıllarına ait bulundukları, dillerinin de Türkçe olduğu anlaşılmıştır. Türk dilinin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabı Divanü Lugati’t-Türk ise 1072 yılında Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır. Yaklaşık 9 bin sözü içeren eser, yalnızca bir sözlük, yalnızca bir dil bilgisi kitabı değil, aynı zamanda Türk yazı dilinin ve ağızlarının ele alındığı, kültür değerlerinin kayda geçirildiği anıtsal bir kaynaktır. 

 

Konya’da Selçuklu egemenliğine son veren Mehmet bey idealistçe bir adım atarak Türkçe’yi resmi dil yaptı. Mehmet bey ayrıca 15 Mayıs 1277’ye tekabül eden 10 Zilhicce 675 tarihli bir buyruk yayınladı.  Buyruğunda şöyle diyordu: “Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır…” Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından gerçekleşen bu ferman ile tarihte ilk kez devlet eliyle Türkçe’nin korunmasına tanık olmaktayız.

 

3.Türk Dilinin Sadeleştirilmesi Çalışmaları 

 

Osmanlı Devletinin ilk yıllarında, dil Türkçe idi. Fakat sonraları dinin etkisi ile Arapça ve edebiyat dili sayılan Farsça’nın Türk’ün dili olan Türkçe’nin yerini aldığı görülür. Arapça ünsüz sesler bakımından zengin olduğu halde; Türk dili olarak Türkçe, ünlü sesler bakımından zengindir. Bu nedenle Arap harfleri Türk dil ve lehçeleri karşısında yetersiz kalmıştır. XVII. Yüzyılın 2.yarısında bazı batı ülkelerinde Türkoloji Enstitüleri ve okulları açılarak Türkçe’nin bilimsel olarak incelendiği görülür. 

 

XIX. Yüzyılın ilk yarısından Tanzimat dönemine kadar, Padişah III. Selim ve II. Mahmut’a; Türkçe’nin sadeleştirilmesi önerilir. Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinde yetişen aydınların önemli bir bölümü, Arapça ve Farsça sözcüklere bağlı eserler vermekteydiler. Örneğin, Namık Kemal’in “Evrak-ı Perişan”ındaki sözcüklerin %32’si, Recaizade Ekrem’in “Pejmurde”sindekilerin %35’i, Süleyman Nazif’in “Fuzuli”sindeki kelimelerin ise ancak %33’ü Türkçe idi. İlk defa Tanzimat döneminde bu yetersizlik üzerine konuşulmağa ve düşünülmeğe başlandığı görülür. 1862’de Münif Paşa, Cemiyet- İlmiyye-i Osmaniye de verdiği bir konferansta konuyu tartışmaya açacaktır. 

 

Osmanlı Devleti, bir Türk devleti olmasına rağmen,  karma bir dil olan Osmanlıca’nın içinde, Türkçe sözcüklerin yanı sıra; Arapça, Farsça, Rumca Fransızca ve hatta İtalyanca sözcükler de bulunmaktaydı. O zamanın aydınları, bu dilin sadeleştirilmesini öncelikli görev saymaya başlamışlardı. Bunun en iyi örneği, Mustafa Reşit Paşa’nın sadrazamlığı zamanında kurulan “Encümen-i Daniş”tir. Herkesin anlayacağı bir dille yazı yazılması ilkesini kabul etmiştir.

 

Ne var ki aydınlarımızın tarihsel süreç içindeki konumu, Türkçe’yi benimsemelerini zorlaştırıyordu. Bu nedenle, 1839’da Abdülmecit, Gülhane Hattı Hümayunu’nu ilan etmekle, din ve mezhep farkı gözetmeksizin ortak değerlere sahip bir tebaa’ya sahip olmak niyetinde bulunduğunu Osmanlıca ile açıklamaya çalışmışsa da; tebaasına hitap etmek için kullandığı Osmanlıca yetersiz kalmıştı. Çünkü bu dille, Türk halkına bile hitap edemiyordu. Türk halkından, Arapça ve Farsça bilmeyenlerinin bu dili anlamasına imkân olmaması bir yana; Müslüman olmayanların halkın büyükçe bir kısmı bile toplumla iletişim kurmak için yüzyılların birikimi ile Türkçe öğrenmişlerdi. Tanzimatçıların Osmanlıca’yı sadeleştirmekten başka çözümleri yoktu. 

 

1908’lere gelindiğinde resmî ve özel kuruluşlar ve kişiler harf ve yazımı düzeltme ve düzenleme girişimlerini sürdürürler: Maarif Nazırı Şükrü Bey, Babanzade Naim Bey, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı, İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi kişiler bu alanda çalışanlar arasındadır.  Eğitimin geliştirilmesi,  halkın cehaletten kurtarılması isteği ve çalışmaları, harflerin düzeltilmesi, yazımın düzenlenmesi, değiştirilmesi düşüncesine dayanıyordu. Bu nedenle resmî ve yarı resmî kuruluşlar yazımın düzeltilmesi girişimlerini sürdüreceklerdir: 1909 da Maarif Nezaretinde “İmlâ Komisyonu” ve 1911’de Reca-izâde Mahmut Ekrem Bey’in öncülüğü ile “İslâh-ı Huruf Cemiyeti” kurulmuş,  1912 de, Müşir Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın başkanı olduğu “Islâh-ı Huruf Encümeni” oluşturulmuş; ancak bu girişimlerin hiç biri soruna kesin bir çözüm getirememiştir. 1914 öncesinde, Harbiye Nazın Enver Paşa da ordu yazışmaların da “ordu elifbağı”, “hattı-ı cedit”, “Enver Paşa yazısı” diye anılan bir yazım denemesi yapacaktır. Ancak orduda özellikle savaş zamanında haberleşmeyi geciktirdiği için bu yazı eleştirilecek ve başarılı olamayacaktır. 

 

Ahmet Cevdet Paşa; Açık Türkçe ile en güç bilim konularının bile açıklanacağını savunurken, bu etkili olan duruş, Balkan Savaşlarının da etkisiyle, Selanik’te çıkan Genç Kalemler Mecmuası’ndaki yazılarda karşılığını bulmuştur. Türkçülük konusundaki duyarlılığı ve etkileri bakımından en başta Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere bazı aydınları özel olarak saymak gerekir. Öz Türkçe düşüncesini en güçlü savunan aydınlarımızdan olan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin bu sürecin içinde, Türkçe’nin savunmasında etkin rol aldılar. Ziya Gökalp; “Başka dile uymaz annenin sesi / Her sözün arasan vardır Türkçe’si” beyiti ile Türkçe konusundaki duruşunu netleştirmişti. 

 

4.Yeni Lisan Hareketi olarak genç kalemler 

 

  1. yüzyılın sonlarına doğru, “Türkçe Şiirler” (1899) adlı kitabıyla Mehmet Emin Yurdakul’la başladığı söylenebilecek olan yeni lisan hareketi gerçekte genç kalemler dergisinin yayınıyla varlık bulmuştur. Genç Kalemler dergisi etrafında toplanarak, “Yeni Lisan” hareketini başlatanlar da devrin Türkçülük hareketini yürüten sanat ve fikir adamlarıdır. Türkçe’nin sadeleşmesi konusunda en kalıcı atılımı, Yeni Lisancılar başarmıştır.

 

Mehmet Emin Yurdakul’un çıkışı, ancak Meşrutiyet’te bilinçli bir çizgiye oturtulur ve bir akım niteliği kazanır. Başlangıçta Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem’in çabalarıyla çıkarılan derginin etkinliği Ziya Gökalp’in da katılmasından sonra artar. Türk yazın tarihinde “Genç Kalemler” ya da “Yeni Lisan Hareketi” adlarıyla anılan bu girişim Milli Edebiyat akımını hazırlamış, konuşulan İstanbul Türkçe’sinin kullanıldığı, ulusal kaynaklara yönelik yeni bir edebiyat anlayışının başlangıcı olmuştur. Milli Edebiyat adıyla anılan bu akımı başlatanlarsa, Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisiyle Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp‘tir. Bunlar dışında derginin önemli yazarları arasında Mustafa Nermi, Kâzım Nami (Duru), Aka Gündüz (gerçek adı Enis Avni’dir), Mehmet Ali Tevfik (Yükselen), Subhi Edhem, Âkil Koyuncu ve Rasim Haşmet Beyler vardır.

 

Genç Kalemler’in ilk sayısında yer alan “Yeni Lisan” başlıklı imzasız makale Ömer Seyfettin’ce yazılmıştır. Dilde özleşmenin savunulduğu yazıda, ulusal bir yazın oluşturabilmek için önce ulusal bir dilin gerekliliği üzerinde durulur. Derginin sonraki sayılarında da “Yeni Lisan” genel başlıklı yazılar sürer. Beşinci sayıdan başlayarak yazıların altındaki soru imi yerine “Genç Kalemler Tahrir Heyeti” imzası konulur. Nisan 1911’de yayımlanan Genç Kalemler, daha önce 8 sayı çıkarılan “Hüsn ve Şiir” adlı derginin devamı olarak yayınlanır. Dört cilt halinde toplam 33 sayı çıkmıştır. Balkan Savaşı’nın başlamasının ardından Selanik’in Kasım 1912’de Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmasıyla yayını son bulmuştur.

 

Milli Edebiyat yolundaki ilk örnekler, kuşkusuz akımı başlatanlarca verilir. İlkeler bellidir: Dilde yalınlık, halk yazını şiir biçimlerinden yararlanma ve hece ölçüsü, konu seçiminde yerlilik. Çok önemli bir yenilik de, daha yüzyılın başında Mehmet Emin Yurdakul’un gerçekleştirdiği şiirin İstanbul dışına çıkması, Anadolu’ya açılması olgusudur. Nabizade Nazım, bunu gerçekçi bir ürün ortaya koyabilmek amacıyla Karabibik’te yapmış, ama bu deneme orada kalmıştır. Türkçülerdeyse bu seçiş, bilinçli bir tutumun ürünüdür. Benzeri bilinç, konu olarak Türk tarihinin seçilmesinde de görülür. Siyasal durum, dolayısıyla bağlanılan ideoloji, Türkçüleri Osmanlı tarihini atlayıp uzak geçmişe, Anadolu öncesine gitmeye iter.  Şiirde Ziya Gökalp, öykü ve romanda Ahmet Hikmet Müftüoğlu bu seçişin en belirgin örneklerini verirler.

 

Gerçekten, Nisan 1911’de Selanik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi ile milliyetçilik hareketi edebiyatta da başlamış oldu. Ömer Seyfettin, Âkil Koyuncu, Rasim Haşmet ve daha önce Fecr-i Atî Encümeni’ne dahil bulunan Ali Canip gibi gençlerin çıkardıkları bu dergi, “Millî Edebiyat” deyimini ilk defa ortaya atarak, böyle bir edebiyat yaratma görevini de üzerine alır. Millî bir edebiyat yaratmak için, edebî dilin millileştirilmesinden başlayarak, “Yeni Lisan” davasını ortaya atarlar. 

 

5.Yeni Lisan Hareketinde Türk Dilinin Sadeleştirilmesi İlkeleri

 

Genç Kalemler dergisi etrafında toplanarak, “Yeni Lisan” hareketini başlatanlar da devrin Türkçülük hareketini yürüten sanat ve fikir adamlarıdır. Türkçe’nin sadeleşmesi konusunda en kalıcı atılımı, “Yeni Lisancılar” başarmıştır 1911’de Selânik’te “Genç Kalemler” dergisi etrafında toplanan Yeni Lisancılar ilk defa “Millî Edebiyat” kavramını da ortaya atmışlardır. 

Daha önce Manastır’da Hüsün ve Şiir (1 Haziran – 21 Eylül 1909, 8 sayı) adı ile çıkan bir derginin devamı ve II. cildi olarak çıkmaya başlayan Genç Kalemler, ilk sayısından son sayısına kadar başmakalelerini “Yeni Lisan” meselesine ayırdığı gibi, zaman zaman, diğer sütunlarını da bu konu etrafındaki tartışmalara ayırmış, meseleyi tam bir ciddiyet ve ısrarla yürütmeye çalışmıştır.  

 

Edebiyat dilinin o zamana kadar tamamıyla Arapça ve Farsçanın hâkimiyeti altında yapma bir dil olduğu inancına varan gençler, Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Atî mensuplarını dillerinin yabancılıklarından dolayı şiddetle eleştirmişlerdir. Onlar daha geniş halk kitlelerine seslenme imkânını sağlayacağı ve böylece medeni kalkınmaya da yardım edeceği için sadece edebî değil, aynı zamanda sosyal bir dava saydıkları “Yeni Lisan” davasının gerçekleştirmeyi amaç edinmişlerdir. Dergi 1912 Eylülünde kapandıktan sonra, yazarlarının büyük bir kısmı yazılarını Türk Yurdu’nda ve diğer milliyetçi dergilerde yayımlamaya devam ettiler. Millî Edebiyat Hareketi, yeni yazarların ve hatta kendisine önce muhalif olan Yakup Kadri, Fuat Köprülü, Refik Halit ve yeni yetişen gençlerin de katılması ile kadrosunu ve etkilerini hızla genişletir. 

 

Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip, Âkil Koyuncu’nun öncülüğündeki Genç Kalemler ve Yeni Lisan hareketi “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir” görüşünü ortaya atıp, Türkçe’nin sadeleşmesi için şu ilkeleri kabul ve ilân etmişlerdir:

 

1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu terkiplerin kaldırılması,

2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe’de söylendikleri gibi yazılması,

3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,

4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,

5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması.

 

Türk şair, yazar ve fikir adamları arasında kısa zamanda yayılan bu yeni lisan ve millî edebiyat anlayışı, bir edebiyat akımı halini almış ve devrin hemen bütün şair ve yazarları bu anlayışla eserler vermişlerdir. Bu dönemde sade dille eser veren şair ve yazarlardan bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Orhan Seyfi Yusuf Ziya Enis Behiç, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halid, Reşat Nuri, Yahya Kemal.

 

  1. Türk Dil Devrimi Ve Mustafa Kemal Atatürk

 

Her toplumsal olay vaktini bekler… Türk Dil Devrimi’ de Büyük Atatürk tarafından gerçekleştirildi. Osmanlıca’nın yazı dili olan Arap harfleri, sesli harflerin eksikliği nedeniyle Türkçe okuyup yazma konusunda sorunlar çıkarıyordu.  1928 yılında, Arap harfleri yerine, Latin alfabesinden bir Türkçe alfabe yapılması, Türk dilinin gelişmesi için yeni bir ufuk açmıştır.

 

TBMM’nin 23 Nisan 1920’da açılması üzerine, kurulan ilk Vekiller Heyeti’nin programında, halk dilinden toplanacak sözcüklerle bir sözlük meydana getirileceği belirtilmişti. Ancak bu beklenti, günün koşullarında gerçekleşme şansı bulamadı. Öyle ki, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerinde ancak 19 Türkçe sözcük bulunmaktaydı. Geri kalanlar Arapça ve Farsça idi. Kullanılan Türkçe sözcükler da daha çok (olup, için, olarak gibi) edatlardan oluşuyordu. 

 

23 Nisan 1920 T.B.M.M.’nin açılması ile kurulan Bakanlar Kurulu, Türkçe Sözlük yapılmasını Hükümet Programına aldı. 1928’de yapılan “HARF DEVRİMİ”  ile, Türkçe’nin ülkede egemen olmasını kolaylaşıyordu.  Latin alfabesinin kabul edilip edilemeyeceği tartışmaları sürüp giderken 1928 yılında harf devrimi  gerçekleştirilecektir. Bu devrim hamlesinin birinci basamağı, 28 Mayıs 1928’de kabul edilen “Beynelmilel Erkânım kabulü hakkında kanun” ile gerçekleştirilir, yani Latin esasından olan rakamların, sayıların kullanılması kabul edilir. Yasanın kabulü sırasında birçok konuşmacılar harflerin de değiştirilmesi doğrultusunda konuşmalar yapmışlardır ve Latin harflerinin kabulü ya da Arap harflerinde, yazımda bazı değişiklikler yapılması konuları en çok tartışılan konular olmuştur.  

 

Mayıs 1928’de Başbakanlığın emri ile Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde Latin harfleriyle bir Türk alfabesinin hazırlanması görevini yerine getirecek bir “Dil Encümeni” resmen kurulur. Böylece yazı değiştirmek doğru mudur, değil midir tartışması bir kenara bırakılmış ve Arap harflerinin ve yazımın düzeltilmesi sorunu üzerinde durulmadan, yeni harflerinin seçimi işi başlamıştır. Encümen ilk toplantısını 26 Haziran 1928’de Atatürk’ün başkanlığında yapar.

 

Atatürk, 1924’de ulusal eğitim ve öğretim ilkelerini belirlerken, “ulusal eğitim esas olduktan sonra, onun dilini, usulünü, araçlarını da ulusal” yapmanın tartışma kaldırmayan bir nokta olduğunu açıklamıştır.  1928’de sıra, “her gelişmenin ilk yapı taşı olan sorunun” çözümüne gelmiştir. “Türk ulusuna, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol dışında, bir okuma – yazma anahtarı vermek gerekmektedir. Türk ulusu cehaletten az emekle, kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir araç ile sıyrılabilecektir. Bu okuma yazma anahtarı ise Latin esasından alınan yeni Türk Alfabesi olacaktır. 1928 günü “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında” yasa kabul edilmiş ve 1929 yılına Türkiye Cumhuriyeti yeni yazısı ile girmiştir.

 

Büyük Atatürk’ün önderliğinde başlatılan “Türk Dil Devrimi”  Cumhuriyet çağında oldukça hızlı bir özleşme sürecine girmiştir.Türkçe’nin yabancı dillerin baskısından kurtulup kendi özüne dönerek, çağdaş bilim ve sanat kavramlarını karşılayabilecek bir üretkenliğe kavuşması temeline dayanan bu gelişme süreci, toplumda geniş ilgi uyandırmıştır. O günlerin sloganı “Vatandaş Türkçe Konuş” olmuştu.  Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Atatürk, 8/9 Ağustos 1928 de Cumhuriyet Halk Fırkasının Sarayburnu Parkında düzenlediği bir toplantıda harf inkılâbının başladığını bir konuşma ile açıklar: 

 

“Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gerçeği anlamak zorundayız. Dilimizi muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle mutlaka pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlayacağız. Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmak zorunda olduğumuz, son değil, fakat çok gerekli bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmeliyiz, bunu yurtseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde seksen, doksanı bilmez, bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması gerekir. Bu ulus utanmak için yaratılmış bir ulus değildir, iftihar etmek için yaratılmış ve tarihini iftiharlarla doldurmuş bir ulustur. Ulusun yüzde doksanı okuma-yazma bilmiyorsa, hata bizlerde değildir. Hata onlardadır ki, Türk’ün seciyesini anlayamayarak bir takım zincirlerlerle kafamızı sarmıştır. Geçmişin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları düzelteceğiz. Hataların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En geç bir iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenecektir. Ulusumuz, yazısıyla ve kafasıyla bütün uygar dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.”.  

 

Atatürk’ün bu konuşması ile harf devrimi uygulama aşamasına giriyordu. 1 Kasım 1928 tarihinde de 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” kabul edilir. B.M.M.’nin kararı ile, Türk harflerinin kesinlik kazanması ve yasallaşması, bu ülkenin mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır. Türk harflerinin kabulü ile herkese bir görev düşmektedir, bu görev, ulusumuzun bütünüyle okuyup yazmak için gösterdiği şevk ve aşka doğrudan hizmet ve yardım etmektir. Bundan sonra “Millet mektepleri” açılarak yeni harflerin öğretilmesine geçilir. Atatürk de çeşitli İlleri kapsayan yurt gezisinde halka doğan yeni harfleri öğretme girişiminde bulunacak, yöneticilerin de yeni harfleri öğrendiklerini denetleyecektir.

 

Harf inkılâbının nedenlerinden biri, hiç şüphesiz, ulusu cahil-:en kurtarmak en kısa zamanda tüm ulusu okur yazar hale getirmektir. Halkın daha kolay öğrenebileceği harflerle okuma yazmayı öğrenmesi gerçekleşecektir. Bir diğer neden Türk dilini yabancı etkileri kurtararak kendi benliğine kavuşturmaktır. İnönü bu inkılâbın önemli bir nedenini de açıklar: “Harf İnkılâbının bizde etkisi ve büyük yararı, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır… Bizim devrimizde Latin harflerine geçmek Türk dilini ve ulusal kültürü kurtarmak için esaslı bir etken olmuştur.” Latin harflerinin alınması ve dilin Türkçeleştirilmesi, toplumun çeşitli tabakaları arasında mevcut uçurumu ortadan kaldıracak, yazı bilinci dil bilincini getirecek ve ulusal devletin güçlendirilmesini, ulusal bilincin gelişmesini sağlayacaktır. 

 

Bugün konuştuğumuz şekliyle dilin sadeleştirilmesi, genç kalemlerle başlarken; 1930’dan sonra dil inkılabıyla birlikte hızlanır ve bir devlet politikasına dönüşür. Gerçekten günümüz Türkçe’sinin sadeleşmesinde ve gelişmesinde Yeni Lisan Hareketi ilk devre, başlangıç devresi olarak düşünülürse, ikinci devresi de 1930’larda başlayan “Dil İnkılâbı” devresidir. Bu devrede Atatürk’ün öncülüğü ile Türkçe’ye devlet elî uzanmış, sadeleşme ve Türkçecilik bir “devlet politikası” haline getirilmiştir. 1928’de Lâtin Alfabesi’nin kabulü ve 1932’de Türk Dil Kurumunun kuruluşu, Türkçe’nin sadeleştirilip zenginleştirilmesi yanında araştırılıp incelenmesini de sağlamıştır.

 

Türk devriminin önderi Mustafa Kemal, dil sorununu çözmenin önemini her fırsatta dile getirmişti. Bu alandaki tasarılarını yeri geldikçe hayata geçirmekteydi. 12 Temmuz 1932’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Cemiyetin amacı, Türkçe’nin araştırılarak geliştirilmesiydi. Türk devriminin her türlü dönüşüm için kullandığı yöntem, bilimsel verilerden akıllıca çözümler bulmaktı. Dil alanında da bilimin verileri ortaya çıkabilsin diye Dil Kurultayı toplandı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti, bu kurultayda toplumsallaşacaktı. Kurumun çalışma programı, kurultaya katılan dil uzmanları, yazarlar, şairler, gazeteci ve öğretmenlerin önünde açıklanacak, onların da düşünceleriyle şekillenecek ve toplumsallaşacaktı. İlk Dil kurultayı, 20 Eylül 1932’da Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı.

 

 Kurultayın çalışmalarını yakından takip eden Mustafa Kemal, 1 Kasım 1932’de TBMM’de yaptığı açılış konuşmasının bir bölümünü, “dil” sorununa ayırdı: “Ulusal kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için büyük devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz.”. Türk devriminin önderinin bu çağrısı ve ısrarlı takibi ile dil çalışmaları hızlandı. Türk Dil Kurumu, halk dilinde yaşayan sözcükleri toparladı. Bir taraftan da eski Türk metinlerini yayımlamaya başladı. En sonunda bir “Türkçe sözlük” hazırlandı. 

 

20 Eylül 1932’de Dolma Bahçe Sarayın da, yabancı dil bilginlerinin’de katılımı ile “Dil Kurultayı” toplandı. Gazi Mustafa Kemal kurultay çalışmalarını 1 Kasım 1932’de T.B.M.M.’nin açılış söylevinde şöyle açıkladı: “Ulusal kültürün her çığırda açılarak yücelmesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temi edeceğiz. Türk Dili’nin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını isteriz.” Böylece ülkede bir dil seferberliği ilan edildi. 

 

Tanzimat döneminde ortaya çıkan Türk dilinin sadeleştirilmesi eğilimleri Cumhuriyet Döneminde hızlanarak devam etmiştir. Atatürk  1932 yılında türk dilinin sadeleştirilmesi için sonradan Türk dil kurumu  alan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni  kurarken zaman içinde türk dil kurumu Türkçe’nin yabancı kelimelerden arındırılıp sadeleştirilmesi yolunda önemli adımlar atmıştır. Türkçe’nin sadeleştirilmesi ve zenginleştirilmesi kapsamında yapılan olumlu çalışmalar sonucunda 1932 yılında yazı dilinde %35-40 olan Türkçe sözcük kullanma oranı şimdilerde % 75-80’lere ulaşmıştır. Bu olgu ve sadeleşme  Atatürk’ün yaptığı dil devriminin ne kadar halka mal olduğunun apaçık göstergesidir.

 

Bu yönde yapılan çalışmalar sonunda 1 Kasım 1928’de yeni Türk Harfleri Hakkında Kanun yürürlüğe koyuldu. 3 Kasım’da Resmî Gazetede yayımlandı. Devlet dairelerinde bu harflerin uygulanmasına 1 Ocak 1929’dan itibaren başlanacaktı. Haziran sonuna kadar da her türlü yazışma için bir geçiş süresi tanınıyordu. Bu konuda hazırlıkları sürdüren ve yeni harflerin üzerinde çalışan komisyon, kendisine uzun bir geçiş dönemine ihtiyaç olduğunu söyleyince Gazi Mustafa Kemal şu cevabı vermişti.” “Ya üç ayda olur, ya hiç olmaz. Evet, bu büyük adam, ulusuna ve onun işlek zekâsına, öğrenme yeteneğine inanıyordu. Zaten tüm savaşlarını bu ulusu arkasına alarak yapmış, başarıya onunla birlikte ulaşmıştı. Şimdi de ulusundan sosyal yaşamın zorunlu kıldığı bir alanda yeni bir atılım bekliyor ve bunu ondan istiyordu. Bu davranış, Atatürk’ün devrimleri yerleştirmekte ve yürütmekteki kararlığını ve bilincini ortaya koyan anlamlı bir örnek olarak görülmelidir.

 

Atatürk, eğitimde salt alfabeyi değiştirmek, eğitim ve öğrenimi lâikleştirmekle kalmadı, bize kendimizi tanıtmak ve tarihsel köklerimi açığa çıkarmak için bir de Türk tarihini araştırma hareketine girişti. Bu amaçla 15 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini kurdu.

 

Atatürk, Türk Dil Kurumu merkezine gelerek çalışmalara katılıyor, ya da çalışanları köşküne çağırarak sonuçlardan bilgi ediniyor, kendi çalışma verimlerini de tartışılmak üzere ortaya seriyordu. Bu gün, bilim kitaplarında, okullarda kullanılan, bir çoğu konuşma diline bile taşmış olan terimler içinde, O’nun üretip Türk Diline armağan ettiği kelimeler az değildir. Açı, boyut, uzay, gerekçe, kesit, konum, üçgen, yatay, dikey, düşey, yöndeş acılar, açı ortayı, ikizkenar üçgen eşkenar üçgen, dik üçgen, dikdörtgen, yüzey, teğet, iz düşüm, ayırt, iç bükey yatay, artı, eksi, pay, payda, türev, düzey, çap, yarıçap, kesik, yay, kiriş, çember, taban, eşit, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralel kenar, yamuk, eşit, çarpı, bolü, oran, orantı, alan, varsayı. Bu sözcüklere, “er,subay, teğmen, üsteğmen,yarbay, albay, kurmay, tugay, tümen” gibi askerlik terimlerini de ekleyebiliriz.

 

8.Sonuç

 

Toplumdaki her sosyolojik değişim, dili değiştirirken; dildeki değişimde, toplumu değiştirir. Bütün ulusal dirilişler önce dil alanında başlar. Türk ulusal dirilişinde de, Kurtuluş savaşına  paralel olarak yürütülen ve bu nedenle ulusal kimlik ve milliyetçilikle de bütünleşen Türk dilinin sadeleştirilmesi çalışmaları, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra hızlanarak devam etmiştir.  Türk Dil Kurumu tarafından yapılan çalışmalarla Türk dilinin; yabancı kelimelerden arındırılıp, sadeleştirilmesi yolunda önemli adımlar atılmıştır. Büyük Atatürk’ün önderliğinde başlatılan “Türk Dil Devrimi”  Cumhuriyet çağında oldukça hızlı bir özleşme sürecine girmiştir.

 

Son zamanlardaki toplumu eskiye döndürme çabalarını ve bu amaçla kullanılan Osmanlıca konuşma sevdalarını bir yana bırakırsak, bu gün Türkçe’nin yabancı dillerin baskısından kurtulup, kendi özüne dönmeye başladığı çok açıktır. Ne kadar baskı altında kalırsa kalsın Türk dilinin sadeleşerek gelişmeye devam ettiğini görmekle; bundan sonra da Türk Dilinin sadeleşerek gelişmeye devam edeceğini öngörmek hiç zor olmayacaktır.

 

(Bu çalışma 2012 yılında İtalya’nın Milano Kentinde 18. Eylül 2012 tarihinde “VI. INTERNATİONAL TURKISH CULTURE, ART AND CULTURAL HERITAGE SYMPOSIUM/ART ACTIVITY, 17-21 September 2012”  isimli uluslar arası sempozyumda sunduğum “Türk Dilindeki Sadeleşmenin Hukuk Diline Yansıması” konulu uluslar arası bildirimden derlenmiştir.)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir