Tiyatro Sahnesinde Bir Hukuk Denemesi: Sokratesin Savunması
Gönül Balkır
“Seyircinin hükmü kesindir, temyize gitmez”
Muhsin Ertugrul
Kendini tanıma ve kendisi ile başkaları arasındaki benzerlikleri bularak insanlığın birbirine benzer olduğunu doğrulamak, insanı tanıma ve anlamayla yönetim biçimlerini hukuk sistemlerini ve yaşama kurallarını bu temel anlayışlar çerçevesinde kurma ihtiyacıyla ortaya çıkan tiyatro toplumların gereksinim ile yaşamın vazgeçilmezleri arasında yer almıştır. Salt insanı konu alan tiyatro, insanın zaaflarını tutarlılığını güçlülük yada güçsüzlüğünü sapmaları, kişilik bozukluklarını özlemleri hayalleri sevgisi sevgisizliği sorumlulukları ahlakıyla toplumların davranış kurallarını sorgularken sistem zaaflarını yaratan nedenleri ve bu nedenleri oluşturan insanları inceler. İncelediği sorunların kaynağına inebilmek için bazen tarih öncesine gider bezin bugünü veya geleceği işlerken bazen gelenekleri ve bazen de hukuku ve hukuk normlarının insanlar üzerindeki etkisini ele alır.
Bireyin toplumsallaşma ve bireyselleşme yaşayışından çeşitli kesitleri gerekçelerine uygun bir biçimde ve kurmaca bir yapıda sahnede gösterme ilkesine dayanan bir sanat dalı olan tiyatro bir anlamda kurmaca yapısıyla bir yandan hukuk düzenini çağrıştırırken hukukla benzer paralellikleri kurar. Hukuk toplumsal gerçeklikle bütünleşen bir tasarımsal bir yapı; bir düzen ve bir kurgudur. Yaşam alanında insanların birbirine karşı olan davranış ve ilişkilerini düzenleyen hukukta tiyatro gibi kurulu bir düzen tasarımıdır.
Adalet dediğimiz değere göre yönelmiş bir kurgu düzeni ve bir kültür görünümü karakteriyle hukuk tiyatroyla benzer amaçlara adanmıştır. Bu bağlamda hukuk kavramı bir kültür kavramıdır ve bu yanıyla değere bağlı bir anlam taşıyan bir gerçeklik tasarımıdır. Hukukun bütünü; bir kültür olarak, aynı zamanda bir değer gerçekleşmesi meydana getirir; tıpkı tiyatro gibi.
Öte yandan hala yaşayan değerlerin oluşturulmasında, geçmişin değerlerinin çağdaş bilinçle anlamlandırılması ve gelecek yaşamın ortak değerlerinin oluşturulması sorumluluğu olarak kültürel bir değer olan tiyatronun bu bağlamda ve bu algı da ikiz kardeşi gibidir, hukuk ve hukuk normları.
Tiyatro, insanlığın kendi dramatik aksiyonlarını izleye bilmek kendilerine öz eleştiri yönelte bilmek için keşfettikleri dramatik aksiyona dayalı izleyici kitlesi karşısında gerçekleştirilen bir anlatım ve ifade biçimidir. Tiyatrodaki aktörler yaşamdaki aktörleri taklit ederler. Böylece yaşamdaki aktörlere kendilerini eleştirecek, kendilerini daha iyi tanıyabilmelerini için olanak yaratırlar. Kendisini tanıyan, kendisini eleştirebilen bir insan kendisine yapılmasını istemediklerini başkalarına yapmama yolunda da kendini disipline etmeye başlayan insandır.
Kendisini tanıyan insan başkalarını da tanıyan insandır. Kendisini tanıyan insan kendisi ile başkaları arasındaki farklılıkları da tanıyabilen ve bu farklılıkların nedenlerini de sorgulayan insandır. Tiyatro, işte bu insan modelinin oluşması sürecine katkıda bulunacak disiplinlerden birisidir.
Toplumsal yaşamın bütünlüğü içerisinde bireylerin rollerini tesadüflere dayalı içgüdülerle değil, bilerek oynamaları gerektiğinin bir ortak değer halini alması halinde yaşayan bir değer halini alan tiyatro kültürü ve tiyatro tıpkı hukuk gibi kendi toplumsallığı içinde kavranabilir ancak. Tiyatro ve hukuk ve hukuk ve tiyatro ikilemlerinde ancak disiplinler arası bir yaklaşımla ve yaklaşımda; hukuk ve yargılama bilincini bileyleyici bir araç olabilir tiyatro
Günümüzde toplumsal yaşamı kültürlemenin en önemli ve etkin araçları arasında yer alan ve en eski zamanlardan beri toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olan tiyatro sahnesi ve tiyatro sahnesinde ilk çağlardan gelen bir hukuk felsefesi destanı olarak Sokrates’in savunması.
Sokrates Atina şehrinin dayandığı temelleri ihlal etmek ve gençlerin ahlakını bozmakla suçlanınca mahkeme de yaptığı savunması ve düşüncesiyle; düşünce tarihinin en parlak sayfalarından birini oluştururken felsefe tarihinin miladı olarak kabul edilmiştir.
Ruhunun temiz kalması şartıyla insanın başına gelen talihsizlikler görece önemsiz şeylerdir diyen ve en geniş anlamıyla ölçülülük ve insanın kişilik sahibi olma amacına yönelen Sokrates kendini tanı söylemini kendine ilke seçmiş bir filozoftur. Her şeyin sorgulamaya açık olması ilkesiyle ve öte yandan bütün bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir özdeyişiyle ahlaki değerlerimizin bilgilerimizle doğru orantılı olduğu gerçeğiyle bilgi ve erdemi bir kabul eden felsefesiyle Sokrates Adaletsizliğe katlanmanın insana adaletsiz bir iş yapmaktan çok daha az zarar verdiğini aslında adaletsizliğin kurbanına değilde adaletsizliği yapana acımak gerekir derken Sokrates doğru olduğuna inandığı şeyi söylemekten vazgeçmektense yasaların elinde can vermeyi istemekle kalmamış isteseydi kaçabilecekken ölmeyi seçmiş bir kişiliktir.
Sokrates savunmasında insanların servet ve şöhretten önce erdem ve kendi ruhlarını yükseltmeye önem vermeleri gerektiğini belirterek savunma yapmış ve mahkeme tarafından az bir oy farkıyla baldıran zehiri içmek suretiyle ölümü mahkum edilmiştir. Sokrates cezadan kaçmak için arkadaş ve öğrencileri tarafından yapılan kaçma tekliflerini reddederek mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ihlal edilmesi halinde ne devlet ve ne de hukuk düzeninden söz edilmeye imkan olmayacaktır, diyerek; toplumda yaşayan herkesin hukuk düzenine uyması gerektiğini öğütleyerek ölümü seçmiştir.
‘Güçlük, dostlarım, ölümden kaçınmak değil, ama haksızlıktan kaçınmaktır; çünkü o ölümden daha hızlı koşar. Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendim gibi konuşup ölmeyi yeğlerim.’ diye kendi kimliğini ortaya koyan Sokrates ve sokratesin savunması ve karısı; “seni nedensiz yere öldürüyorlar” diye ağlarken; karısına , “ne yani? nedeni olsa daha mı iyi olurdu?” cevabıyla Sokrates’in savunması, nadide bir örnek olarak, hem hukuk tarihinin en görkemli ve en çok tartışılan sorununu ortaya koyarken, hem de konusu ve dramatik yapısıyla tiyatro sanatı olarak en güzel işlenebilecek örneklerden birini yaratmıştır.
(Bildiri özeti Motif 2013 sempozyumunda sözlü olarak sunulmuştur.)
Bir yanıt yazın