ansızın dura kaldın rüzgar
bulutlar gibi beni de
sırtında götüremez miydin?
rüzgar döngüsü
rüzgar döngüsü bir
Rüzgar boşlukta, yavaş yavaş süzülüşünü izledi bir zaman güvercinin, güvercin kaybolmuş gibiydi.
“Neden yalnızsın?” diye sordu. Sessizliğini bozan ılık sesi duyunca irkilen güvercin yanıtladı: “Neden soruyorsun?”
“Güvercinler tek eşlidir ve birlikte uçarlar. Sen hep yalnız uçuyorsun. Hiç bu kadar yalnızına rastlamamıştım.”
“Sormayı seviyorsun öyle mi?” dedi güvercin. “Ben de severim. Yalnızlık ne ki? Ölümü sor bana…
Ya da ölümü ben sorayım sana. Ölüm gerçekte nedir? Ne zaman başlar? Ne kadar sürer?”
“Ölümü sorman, aslında yaşamı sormandır.” diye cevap verdi rüzgar. “Yaşam nedir? Gerçekte ne zaman yaşamaya başlarız diye sormak lazımdır belki de… Ölümle yaşam iç içedir; iç içe geçmiştir. Sen aslında ölümü sormuyorsun. Gerçekte yaşamı soruyorsun bana?”
………………..
………………..
………………..
rüzgar döngüsü iki
Rüzgar boşlukta, yavaş yavaş süzülüşünü izliyordu güvercinin. Güvercinin gözlerindeki hüzün sanki sonsuzluktan gelip yine sonsuzluğa gidiyordu.
“Neden bu kadar hüzünlüsün ?” diye sordu rüzgar; gözleri bir noktaya dikilmiş, hiç durmadan kanat çırpan güvercine. Sessizliğini bozan ılık sesi duyunca irkilen güvercin, bir an nerede olduğunu çıkaramadı. Rüzgarı görünce gülerek soruyu soruyla yanıtladı:
“Neden soruyorsun?”
“Boşlukta kaybolmuş gibiydin? Gözlerindeki hüzün dikkatimi çekti. Hiç bu kadar hüzünlü bir göze rastlamamıştım.”
Derin bir nefes aldı güvercin:
“Hüzün nedir ki? Hiç durmaksızın uçmaya mahkum edilmiş bir güvercinin hüzünlenecek vakti mi var?”
“Hüzün dediğin nedir ki? Hüznü sorman, aslında geçmiş yaşamı sormandır. Geçmiş yaşam nedir? Yaşam, ne zaman geçmişe dönüşür? Sen aslında hüznü sormuyorsun? Hüzün ve geçmiş iç içe geçmiştir. Sen aslında bana geçmişi soruyorsun ?” diye cevapladı rüzgar.
………………..
………………..
………………..
rüzgar döngüsü üç
Sabah dansını bitirip gökyüzünde yavaş yavaş süzülmenin tadını çıkarıyordu ki güvercin, çevresindeki rüzgarın merak ve selamını hissetti. Rüzgar “Sana neden rüzgarla uçan diyorlar?” diye soruyordu. “Güvercinler arasında büyük bir saygıyla bahsediliyor senden.” Güvercin:
“Gençken, çok çok gençken, daha yeni uçmaya başlamışken, kendimi uçurumdan aşağı atardım.
Sonra kendi kendime hadi uç bakalım, uç uçabilirsen diyerek uçurumdan kurtulmak için mecburen yorgunluktan ölünceye kadar kanat çırpmak zorunda kalırdım. O zamanlar beni; rüzgarla bir uçan diye çağırırlardı. Ben böyle efsane olmuştum. Yetkinlikler ihtiyaçtan doğar. O zamanlar yetkinliğin iletişimi azalttığını bilmezdim. O zamanlar, yetkinliğin aynı zamanda farklılığı arttırdığını da bilmezdim.” dedi güvercin.
“Dur, bir an için dur.”dedi rüzgar. “Söyle bana, kendine mi dayanamıyorsun, yoksa gerçekliğe mi katlanamıyorsun?”
“Çok gaddarca olmadı mı bu yorum?” diye isyan etti güvercin.
“Umutsuzluğundan korktum galiba.” dedi rüzgar.
………………..
………………..
………………..
rüzgar döngüsü dört
Sabah dansını bitirip gökyüzünde yavaş yavaş süzülmenin tadını çıkarıyordu ki güvercin, çevresindeki rüzgarın selamını hissetti. Aklı dünkü konuşmadaydı.
“Sevgiden bahsederken birden hava ve suya geçip toprak ve ateşten bahsettin. Kafamı karıştırmaya mı çalışıyorsun?” diye sordu rüzgara?
Rüzgar susuyordu.
“Bazen soru ve cevaplar o anda gelir. Zamanın akışıyla birlikte cevaplarda değişir. O, özetidir o zamanın.” dedi burun kıvırarak. “Şimdi ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum.” dedi rüzgar.
“Hadi ama rüzgar. “diye yalvardı güvercin.
“Dün neden bahsediyorduk ki biz?” diye sordu rüzgar.
“Şimdi cümle cümle tekrarlarım bak.” Dedi güvercin.
“O zaman tekrarla da görelim. Ben sadece havadan ve sudan bahsetmiş olabilirim.” Diye gülümsedi rüzgar.
“En iyi bildiğin, en çabuk unuttuğun şey değil midir? Belki de ben sana havadan sudan bahsetmek yerine topraktan ve ateşten bahsediyorumdur.” demiştin.
Mutlu bir şekilde gülümsemeye devam ederek söze başladı yeniden rüzgar. “Sevginin tamamı hava, ateş, su ve topraktır.” dedi rüzgar. “Hangisinin önce geldiğini bilebilir miyim? Bilsem sana söyleyebilir miyim, bilmem.” dedi ve sonra devam etti “ama sana, bana öğretilmeyeni söyleyebilirim. Bana hava, su, ateş ve topraktan hangisinin hangisinden daha güçlü olduğunu hiç öğretmediler ama ben hepsinin gücünü güçsüzlüğünden aldığını biliyorum yine de.”
Güvercin en başa dönmek istedi bir an. “Biz sevgiden başlamıştık.” dedi. “Bir zincirin gücü, en zayıf halkası kadardır.” dedi rüzgar.
Güvercin birden oyuna kaldığı yerden devam ediyormuş gibi hissetti. “Sevgi.” dedi tekrardan güvercin, “Sensin.” Diye yanıtladı rüzgar.
Durakaldı güvercin. “Sana neden diye sormamaya karar vermiştim ama soruyorum işte, neden? Seninle bu oyuna yine yakalanmak istemiyordum.” diye hayıflanarak kanatlarını hışırdattı, aynı soru tuzağına yakanmış olmanın pişmanlığıyla.
………………..
………………..
………………..
toprak döngüsü
Toprağa her bakan kendini görür…
O zaman neden gerçeği çirkin görüyorsunuz?
toprak döngüsü bir
Güvercin yalnız Başçarşıya doğru uçarken diğer güvercinler nerde diye düşündü. İçinden bir ses arkadaşlarından ayrılma diyordu; gerçekten arkadaşlarından ayrılmamalıydı. “Hiçbirimiz birbirimizden ayrılmamalıyız.” diye söylendi kendi kendine.
Neden her seferinde neredeyse sonsuzluk kadar uzun bir süre gibi gelen zaman boyunca onların kendisine yetişmesini beklemek zorundaydı? Bunu bir türlü anlayamıyordu. Onların kendine yetişmesini beklerken çok sıkılıyordu ve bazen içinden, bazen dışından ansızın ortaya çıkıveren bu kurallardan çok sıkılıyordu. “Bu kadar kısıtlanmak, hapishanede yaşamak gibi bir şey.” diye düşündü uçarken. “Bırak” dedi kendi kendine “bırak bu düşünceleri şimdi. Bunları düşünme, olumsuz şeyler düşündükçe için daha çok sıkılıyor.”
………………..
………………..
………………..
toprak döngüsü iki
Sabah güneşin doğuşuyla güvercin çevresinde kuş cıvıltıları duyarak uyandı. Tüm güvercinler güneşi selamlıyordu. Karanlıkta saklandığı koca ağacın yaprakları arasından çıkmaya çalışırken gözü yuva yaptığı, yuvası saydığı bu ağacın muhteşem ve görkemli gövdesine takıldı kaldı.
Akşamdan kalma korku titremeleri tüm hücrelerine kazınmış, istemese de güvercini titretmeye devam ediyordu. Hücrelerindeki titremeyi durdurmaya çalışırken ağacın kalın bir dalına pençeleri ile sımsıkı yapışmıştı.
Gözlerini takılı kaldıkları kalın ağaç gövdesinden kurtarırken “Çok baba bir ağaç bu.” diye düşünmeden edemedi yine de. Güvercin bir gün öncesini ve kara şahinin saldırışını bir film gibi tekrar tekrar seyrediyordu aklından. Ölmesine ramak kalmıştı. Her seferinde titremesi daha da fazlalaşıyordu.
Güvercinin hissettikleri inanılmazdı. Önceden yaşanılan bir anın yeniden tekrarlanması gibiydi yaşadıkları. Yaşadıklarını yavaşlatılmış bir film gibi yeniden izlerken “Hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağım.” diye düşündü ve derin bir nefes aldı. Zaten yüreğini ve titremesini durduramıyordu. Artık her bir hücresi korkudan zangır zangır titriyordu.
Gerçekte güvercin artık kendini durduramıyor, her bir uzvu korkudan çığlık çığlığa ağlıyor, tek bir yürek halinde acıyla haykırıyordu. Sanki artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Umursanacak hiçbir şey yoktu. İnandığınız değerleri kaybettiğinizde niçin yaşamaya devam eder ve yaşamayı nasıl başarırdınız? Hayatın anlamı nerede kalırdı… Saldırıdan sonra ilk defa kendini bir biçimde, intihar edenleri anlar buldu güvercin. Oysa şimdiye kadar intiharı kendine ihanet olarak görürdü hep.
………………..
………………..
………………..
toprak döngüsü üç
Konduğu ağaçtan toprağa doğru çırpınarak seslendi güvercin “Kalbim kanıyor, çok canım yanıyor, içimdeki bu acıyı ve bu kırık kalbi nasıl iyileştireceğimi bilmiyorum.”
Toprak “İyileştirmeye çalışmayacaksın, kendi haline bırakacaksın. Zamanla kendi kendine geçecek.”
“Tümden geçecek mi sahiden?” diye sordu güvercin saf saf. Toprak “Tümden geçmesini mi istiyorsun sahiden?” diye sordu.
“Ne demek şimdi bu?” diye sordu güvercin. “Tümden geçmesi bu acıyı yeniden yaşama ihtimalini gündeme getirir.” dedi toprak. “Böyle mi olsun istiyorsun? Yaşadığın acıları temelli unutup aynı acıları yaşatacak olayları yeniden yeniden yaratarak mı yaşamak istiyorsun yani?” diye sordu.
“Peki nasıl olmalı?” diye sordu güvercin.
“Zamana bırakacaksın, zaman en iyi dönüştürücüdür. Zamanın zekasına güveneceksin.” dedi toprak.
“Ama içimdeki bu kırık kalple ve bu acıyla nasıl baş edebilirim?” diye sordu güvercin. “Nasıl sabredebilirim, nasıl bekleyebilirim?”
“Beklemeyip de ne yapacaksın? Elinden gelecek bir şey var mı sanki?” diye söylendi toprak. “Mecbur bekleyeceksin. Bu noktada soru nasıl beklemeliyim olmalıydı. Bu bir yeniden yaratma anı ya iyi bekleyeceksin ya kötü bekleyeceksin. Mutlaka bekleyeceksin. Zaten elinden beklememek gelemez. Nefes almamak elinde mi?”
“Galiba ne söylediğini hiç anlamıyorum.” dedi güvercin toprağa.
“İçine dön.” dedi toprak. “İçindeki ağlayan küçük güvercine bak, onu daha da incitmek ister misin?”
“Beklemekle ağlayan küçük güvercinin ne alakası var?” diye sordu biraz durakladıktan sonra.
“İçindeki yavru güvercin ağlıyor mu?” diye tekrar etti toprak.
“Hem de nasıl…” diye cevap verdi güvercin. “Onu susturmak için uğraşıp duruyorum ama çok korktuğu için bir türlü titremesi, ağlaması geçmiyor. Onu susturmak için uğraşıp duruyorum.”
“O halde onu daha fazla incitme ve üzme. İzin ver zaman geçsin. Yaraların iyileşsin. Yaraların iyileştiği zaman sana hediyelerini sunacaklar.”
“Bu iyi beklemek mi oluyor şimdi?” diye sordu güvercin öfkeyle toprağa. “Ya kötüsü ne olacak?” dedi hırsla. “Kötü beklersem nasıl olacak?” dedi tekrar.
“O zaman bu öfkeyi büyüterek öyle şeyler yapacaksın ki kendinde daha büyük yaralar açacaksın. İçindeki yavru güvercin çok daha fazla ağlayacak. Kafanı aynı duvara tekrar tekrar çarpacaksın. Öyle ki kafanı duvara çarpma olayı sende saplantıya dönüşecek. Amaca ulaşacak yerde, yolda kaybolup gideceksin.”
………………..
………………..
………………..
toprak döngüsü dört
Kuşların şakıması ve güneşin doğuşuyla uyanmıştı güvercin. Nefes almaya çalışmak hala çok zordu. Sanki yaşam ağır bir yük olarak güvercinin boynuna asılmış kalmıştı. Güvercin hep aynı bıkkın günleri yaşayacak ve yaşayacaktı. Henüz sabahtı ama güvercin kendini tükenmiş hissediyordu. Can sıkıntısıyla ve bıkkınlıkla derin bir nefes alarak gözlerini kapatmaya niyetlendi. Henüz gözlerini bile kapatmadan toprağın “Bugün nasılsın?” diyen sesini duydu. Birden irkildi. Ansızın sinirlendiğini hissetti, gözlerini bir türlü onun üzerinden çekmiyordu toprak.
“Neden beni hiç rahat bırakmıyor, neden bana bir dakika nefes aldırmıyor?” diye söylendi kendi kendine. Her an gözetleniyor olmak fikri güvercinin cinlerini başına topluyordu.
“Nasıl olayım?” diye bağırdı güvercin. “Dün de güçsüzdüm bugün de güçsüzüm işte.” Bütün öfkesini topraktan çıkartmaya karar vermiş gibi bir hali vardı güvercinin.
Haykırarak kanat çırpar ve gökyüzüne yükselirken “Güçsüzdüm, yorgundum, kendimi senin aklına bıraktım, sana ve senin aklına uydum.” diye bağırıyordu. “Ama yanlış yaptığımı biliyorum işte. Sadece içimdeki acıyı bastırmaya ve kendimi oyalamaya çalışıyordum. Acımı başkasıyla, başkasının duyguları bahasına bastırmışım. Bu ne kadar yanlış bir şey oldu? Kendimi oyalamaya çalışırken karşımdakini hiç düşünemedim. Şimdi kendini taşıyamayan bana, bir de karşımdakinin sorumluluğu yüklendi.”
“Anlamıyorum. Ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye sordu toprak.
“Kendi acı ve korkumla baş edemezken kendi kendimin bilincine varmadan başkalarıyla ilişkiye geçtim.” dedi güvercin. “Her ilişki emek ister, dürüstlük ister, saygı ister. Ben içimdeki korku ve acıdan kaçmak için kendimi avutmak için devamlı güler, hareket eder ve oradan oraya uçarken ne kadar gerçek ben olabilirim, ne kadar kendime ve karşımdakine saygıyla davranabilirim, nasıl saygı gösterebilirim?
Kendinin farkında olmayan nasıl başkasının farkına varabilir ki? Kendi kendini hak edemeyen nasıl başkasıyla bütünleşmeye çalışabilir? Dürüstlük bunun neresinde, sevgi ve saygıya izin vermek bunun neresinde?”
………………..
………………..
………………..
ateş döngüsü
Aşk için yana yana kül olmazsam
Ve sonra yeniden küllerimden doğmazsam
Hakkımı kim teslim edebilir?
ateş döngüsü bir
……………..
……………….
…………………
“Kimsin sen?” diye sordu güvercin. Sesin gülümsemeye başladığı anlaşılıyordu ses tonundan. “Beni nasıl bilmezsin? Sana en yakın olan ben değil miyim? Ben ateşim.” dedi ses. “Aynı zamanda bazen güneş de olabilirim.”
“Galiba” dedi güvercin “yine yeni bir belirlenemezliği doğru uçuyorum. Oysa bu süreçte o kadar güvenliğe ve değişmezliğe ihtiyacım vardı ki?”
“Ben yana yana sürekli değişirim, o yüzden bu değişmezlik ve güvenlik ihtiyacını anlamam mümkün değil.” dedi ateş. “Sen de ne garipsin güvercin. Gördüğüm kadarıyla kimlik ve davranış olarak bu kadar özgür ruhlu ve değişime açık başka bir güvercine hiç rastlamadım.”
“Buna nasıl inanabilirim?” diye sordu güvercin şaşkınlıkla.
“Gerçekten” dedi ateş “çevremde, senin kadar belirsizliğe tutkun ve belirsizliği seven başka bir güvercin hiç görmemiştim ben. Neden birden bire değişmezlik ve güvenlik peşinde koşmaya başladın ki?”
………………..
………………..
………………..
ateş döngüsü iki
Güvercin gökyüzünde parlak bir güneş gibi süzülüyordu. Her kanat çırpışı yeni bir alev dalgası yaratıyordu. Güvercinin içindeki ateş hareket ettikçe alev halinde çevresine inanılmaz bir ışık yayıyordu. Öyle ki onu gören gözlerini bir daha ondan ayıramıyor, ister istemez ona yaklaşıyor ve ondan bir türlü kopamıyordu.
……………….
……………….
……………….
“Peki.” dedi ateş. “O halde şimdi gözünü kapat. Gözünü kapattığında en sevdiğin olarak ne görüyorsun? En çok yanında olmasını istediğin şey ne? Olmazsa olmazını söyle bana. Ben de sana aşkını anlatayım. O olmazsa yaşayamıyor olduğun, yaşayamayacağını düşündüğün, hayatta en çok ihtiyacın olduğunu düşündüğün şey ne?”
“Buna aşk mı diyorlar?” diye sordu güvercin.
“Hayır, hayatta hiç sevmediğin halde birden onun yüzünden katlanır ya da sever hale geldiğin, seni böylesine değiştiren dönüştüren ne? Yanlış olduğunu bildiğin halde elinde olmadan, istemesen de peşine düştüğün şey ne?”
“Bana cevap mı veriyorsun yoksa sende cevapları mı arıyorsun, bilemedim.” dedi güvercin.
Ateş “Ben işte böyle yanarım; sorar, sorar, yanarım ve yakarım. Her şeyin birbirine eşit olduğu bir dünyada yangın çıkar mı? Adaletin insanı ısıttığını kim söyledi? Bilakis suçtur, yanlıştır insanı yakan.”
“Belki de şöyle demeliydin ateş.” dedi güvercin. “Aşk ne kadar ulaşılmazsa o kadar çok can yakar?”
“Neden aşkın ulaşılmaz olduğunu düşünüyorsun ki?” dedi ateş. “Aşka ulaşma umudu olmasaydı ben niçin yanacak ve yakacaktım ki…” diye ekledi sonra. “Korkma güvercin.” diye devam etti ateş. “Herkesin ateşi kendinedir. Herkes kendi gücü kadar yanar ve yakar. Herkes kendi gücü kadar aşık olur. Herkes kendi gücü kadar yana yana ateşle dans eder. Kimseye gücünün yetmediği bir güç ve sorumluluk yüklenmez.”
“Yine bilmece gibi konuşmaya başladın ateş.” diye sızlandı güvercin.
Garip bir şekilde gülümseyerek “Küçüklerin aşkı da, ateşi de küçük olur.” dedi ateş. “Bak çevrene, çevrendekilere… Herkesin bir şeylere aşık olduğunu görmüyor musun? Kimi kendine, kimi karşısındakine, kimi çocuğuna, kimi mal ve paraya, kimi de cansız nesnelere tutkuyla bağlı değil mi?”
“Her tutkuyla bağlanılan şey aşk mıdır?” diye sordu güvercin. “Gene karışık anlatmaya başladın.”
“Aşk bir tutsaklıktır.” dedi ateş. “Kime ve neye yandığının pek de bir önemi yok aslında. Yangın yangındır işte…”
“Niye öyle diyorsun?” dedi güvercin. “Ateş de bir arınma biçimi değil mi?”
“Evet, ateş bir arınma biçimidir ama yakarken nesneyi kendi benliğinden çıkarır ve yaktığını bir başka şeye dönüştürür.”
………………..
………………..
………………..
ateş döngüsü üç
Gökyüzünde hep birlikte sabah dansını bitirmiş, güneşin sabah ışıklarında yavaş yavaş süzülüyor ve yeryüzünü seyrediyorlardı.
……………………………
……………………………
…………………………..
Güvercin güldü. “ En büyük öğretmen acıdır. En çabuk acı çekerken öğreniriz. Bazen acı çekerken ışık hızında öğrendiğimizi düşünüyorum. Acı çekenin halinden acı çeken anlar. Aynı acıyı çekenler ise aynı şeyi öğrenirler. Ben yaşamadığım bir şeyi hissedemem. Acıyı anlıyorsam bende yaşamışım demektir. “ Ama hiç yaşayarak öğrenmişsin gibi durmuyorsun” dedi kara güvercin.
“ Bu da benim lanetim olabilir. Kimbilir…“ diyerek gözlerini kırpıştırdı güvercin, yeniden gülmeye başlarken.
……………………..
……………………..
……………………..
İşte böyle ateş… Aşk beni işte böyle yaktı.
Bu öyle bir yakış oldu ki ben ateş olarak aşk olarak yandım yandım kül oldum. Belki de ben öldüm ve aşk doğdu işte. Belki de pişerek kendimi yok etmişimdir. Şimdi sadece aşk vardır artık. Beni diğerlerinden farklı kılan ve bana aşk güvercini dedirten bu yazgıdır belki de. Belki de diğer güvercinlerden başlangıçtan beri farklıydım.
Şimdi geriye doğru baktığımda sadece kendi kaderimi yaşadığımı görüyorum. Yine de ben aşkım diyemeyeceğim. Galiba aşk benmişim ya da aşk ben olmuşum artık. Tüm sevmişlerle kardeş oldum. Aşkla yana yana, yananlarla özüm bir oldu böylece.”
Mutlulukla gülümsedi güvercin. “Bak ateş” dedi “sana anlatırken bile yeniden yanmaya başlıyorum, ne güzel… Aşkın ne kadar acı ve aynı anda nasıl keyif verdiğini unutmuşum. Sen bu güvercinin normal bir güvercin olduğunu söyleyeceksin ama bu davranışlar pek normal bir güvercin davranışları değil, bu güvercin biraz farklı. Neden bu güvercinle zaman kaybedeceksin? Bırak gitsin.” derken gülümsüyordu bir yandan da.
“Aşktan bahsedişine kanma, bu güvercinin seni taşıması ihtimali hiç yok.” derken ateş güvercinin şaka mı yaptığını yoksa ciddi mi olduğunu bir türlü anlayamıyordu.
Ateş fazla düşünmekten ve fazla kurcalamaktan anında vazgeçmişti. Güvercini kendi silahıyla vurmaya karar verdi.
“Bak güvercin, aslında aşk ne biliyor musun? Ona aklın takılıp aradığında ve ona ulaşamadığında ölecekmiş gibi olma duygusu. Kendinden her şekilde vazgeçebilme yeteneği. Hiç böyle bir şey yaşadın mı diye sana sormayacağım çünkü yaşamadığını biliyorum. Aksi takdirde ne böyle korunaklı ne de böyle çekinik bir güvercin kimliğin olurdu. Benim gördüğüm, sen ‘ben aşkım’ derken hep aklında yarattığın aşk vadisinde geziniyorsun.”
Güvercin bir an ateşe öfkeyle baktı, sonra “Her şeyi kişiselleştirmeyelim.” diye içinden geçirdi.
………………..
………………..
………………..
ateş döngüsü dört
Ateş uzun zamandır güvercini izliyordu uçarken. Güvercin yavaş yavaş içindeki ateşi yitirmeye başlamıştı. Hareket eden her şey ister istemez bir döngü izlerdi. Canlıların da kendine göre küçük ya da büyük kendilerine göre bir döngüleri bulunurdu.
“Doğanın kanunu bu.” diye düşündü ateş. Harekete başlayan eninde sonunda başladığı yere geri döner. Doğuşla başlayan hareketi, yükseliş, gelişim sürecinin en üstüne varış ve sonra yavaş yavaş aşağıya doğru iniş süreci tamamlar. Döngü yukarı aşağı, doğu batı, güney kuzey, her yana gidebilir.
Ateş sonsuzluğu anlatmaya çalışıyordu galiba. Döngü sonsuzluktu. Yaşayan her şey döngü içinde hareket ederdi. Ateş bunu çok iyi biliyordu. Baktığı her hareket ister istemez bir döngü tamamlamaya çalışıyordu. Güvercinde döngü içinde yaşıyordu. Yaptığı ve hissettiği her şeyle içinde bulunduğu döngüyü tamamlıyordu. Her hareketin döngüsünü izleyen ateş, birden güvercinin sevdasındaki ateşi gözlemlemeyi kaçırdığını fark etti. Kendisi fark etmeden güvercin nasıl böyle alev alev yanmıştı. Güvercinin ateşi ve sevdası ne zaman başlamış, yükselmiş ve doruğa çıkmıştı. Ne zaman ateşin alevi parlaklığını yitirmeye başlamıştı. Ateş hiç bilemiyordu. “Galiba güvercinin yaktığı ateşten, ateşin parlaklığından gözüm o kadar kamaşmıştı ki en tepeyi kaçırmışım.” diye düşündü. Güvercin ne zaman böyle için için acı çekmeye başlamıştı?. Hiç fark edememişti ateş.
Belki de güvercinin gerçek döngüsü buydu. Güvercin gerçekte var olduğundan beri ayrılık döngüsü yaşıyordu hep. “Ah güvercin!” dedi ateş. Güvercinin varoluş döngüsünü ve yaşam damgasını sanki yeni fark etmişti. “Ne kadar çok ayrılık yangını yaşamışsın sen. Yaktığın ateşler ve döngülerin gerçekte aşk ateşleri mi yoksa ayrılık ateşleri mi ? diye söylendi ateş. Güvercinin keyifle ve zevkle seyrettiği aşk ateşi, ne zaman ayrılık ateşine dönüşmüştü. Hiç fark edememiş, bilememişti ateş.
“Yine neler yaptın? Kendini nasıl böyle ateşe attın sen?”
………………..
………………..
………………..
su döngüsü
Sevgi yanında bilgiye de cevap veriyorsa,
Arınma ve yeniden doğmak için
Sudan başka neye ihtiyacımız var ki?
su döngüsü bir
Güvercin gözlerini ufka dikmişti, açık denize doğru kurşun hızıyla kanat çırpıyordu. Her zamanki gibi, bir şeyi çok istediği zaman yaptığı gibi, yeniden rüzgarla uçana dönüşmüştü.
Hızla uçarken uçtuğu hızda içinden tüm yaşamı gözünün önünden geçiyordu. Bu arada içindeki acı sanki cisimleşmeye başlamıştı. Ne kadar hızlı kanat çırpsa o kadar hızla büyüyordu sanki güvercin. İçindeki karanlığa değdikçe daha hızlı uçmaya ve daha hızlı kanat çırpmaya başlamıştı.
Güvercin, her şeyi geride bırakıp açık denize doğru uçmanın ne kadar güzel olacağını düşündü. Denizin denizin uçsuz bucaksız sonsuzluğuna doğru uçmak sanki yeniden doğmak olacaktı.
Her şeye yeniden başlamak için her şeye sıfırdan başlamak, sıfırdan başlamak içinse önce sıfırlamak gerekirdi. Açık deniz gözüne hiç bu kadar muhteşem gözükmemişti. Gerçekten açık denize doğru uçmak aklına ve yüreğine huzur veriyordu. Sabırsızlanmaya başlamıştı. Güvercin bekleyemeyecekti bekleyemezdi.
Derin bir nefes adı güvercin. Sonra gözünü diktiği açık denizin maviliğine doğru hızla kanat çırpmaya başladı. Suyun sakin arınmışlığı güvercini kendine getirmişti biraz. Denizin maviliklerinde son hızla uçarak kendine gelmeye başlarken yumuşak ve çok dingin bir ses duydu.
Ses “Ne garip bir güvercinsin.” diyordu. “Denizin ortasında, her yerden uzak bu kadar açıkta senin ne işin var?” diye soruyordu.
Güvercin hayretle “Sen de kimsin?” dedi. Bir yandan da kanatlarını son hızla çırpıyordu.
“Ben suyum.” dedi deniz.
………………..
………………..
………………..
su döngüsü iki
Bir müddet sonra uçsuz bucaksız denizin üzerinde kanat çırparken, önüne ilk çıkan kara parçasına konmuştu. Günün ilk ışıklarıyla kendine geldi güvercin. Suyla yaptığı dünkü konuşmalarını hatırladı. Suyla konuşmak iyi gelmişti güvercine. Aklı normal çalışmasına geri dönmüştü sanki. Konduğu yerden kanat çırparak uçmaya başlayınca denizin uçsuz bucaksız maviliğini gördü yeniden. Çevresine bakındı güvercin, nereye baksa her yer denizdi, kara yok olmuştu.
Biraz ürkmüştü. Denizin maviliğinde kaybolmuştu sanki…
İçinden bir ses “Yön bulma yeteneğini belirleyen sezgilerini çalıştır.” diye güvercini ikaz etti. “Sezgiye ne hacet?” diye söylendi güvercin. “Ben açığa kanat çırparak süzülmek istiyordum zaten ve aynen açığa doğru kanat çırpmaya devam edeceğim.” Kalan gücüyle derin bir nefes aldı ve hızla kanatlarını çırpmaya başladı yine.
Bazen öyle çok yukarılara çıkıyordu ki, su onu gözleriyle takip etmekte zorlanıyordu. Uzunca bir müddet denizin üzerinde süzülerek uçtuktan sonra, yorulduğunu ve güçsüzleştiğini hissetti güvercin. Güçsüzlüğünden de çaresizliğinden de çok sıkıldığını düşündü, uçarken içi bunalıyordu artık.
Biliyordu; duygusu, düşüncesi, bedeni ve ruhu kirlenmişti. Nefes alamıyordu ve ateşe olan bağımlılığından da usanmıştı. Son hızla uçarken bir yanı umutsuzca yeniden toprağa, toprağın koynuna dönmek istiyordu.
Kendi kendine “Bir güvercin nasıl ölmeye yatar?” diye düşündü. “Öleceksen güzel bir ölüm olmalı.”
Kendi kendine güldü, ölümün de güzeli mi olurdu? Akıl ne garipti? Bir şeye takıldı mı asla oradan kendini kurtaramıyordu. Takıldığı noktayı oya oya sonunda kendini takıldığına dönüştürüyordu. Ölmek belki de yeniden doğmaktır; değil miydi yoksa ona mı öyle geliyordu?
İçinden bir ses “Ya yeniden doğmazsan ne olacak?” diye sordu. Böyle bir karar verilemezdi, verilmemeliydi.
“Galiba az da olsa kendimi seviyorum.” diye güldü güvercin. “Belki de sonucu kadere bırakmalıyım.” diye düşündü. O anda aklına parlak bir fikir gelmişti, acaba suya atlasa temizlenebilir miydi? Su onu kabul eder miydi? Suya nasıl atlamak lazımdı? Su güvercinleri ne kadar taşıyabilirdi? Bazı kuşlar gibi güvercinler suda rahatça yüzebilirler miydi?
………………….
………………….
………………….
“Hep geçmiş yaşantılarınıza hapsolmuşken, ne istiyordunuz yeni tanıştığınız kişilerden? Ne kadar da cahilsiniz…”
Sonra kendine dönüyordu güvercin “Ah ruhum, öfke ve kızgınlıkla sana söyleyebileceğim ne kadar çok şey varmış. Ben de şaşırdım kaldım.” Sonra yine bilinmezlikle konuşmaya başlıyordu.
“Artık seni bekleyemem, çünkü sana ne anlatmaya çalıştığımdan bile haberin yok. Sana mı kızgınım? Hayır, yine kendime kızmaya başladım. Bildiğim tek şey ritmimizin birbirine uygun olmadığı. Halbuki ne güzel olabilirdi, nasıl da aşkla yanmaya başlamıştım. Meğer sen aşk nedir bilmezmişsin. Aşkı yaşamaktansa kendini yaşamaya devam etmek daha kolayına geldi değil mi?
Ah eski alışkanlıklar ve bağımlılıklar… Sizin aranızda yerim yok benim. Ah kara güvercin! Senin yaşamında da aşkında da bana yer yok.” diye sızlanırken, birden ağlamaya başlamıştı güvercin.
Su “Ne olur ağlama güvercin.” diye yalvardı. “Olan, olması gerekendir. Her şey çok daha iyi olacak, bazen biraz sabır gerekir, ne olur sakin ol güvercin.” dedi.
………………..
………………..
………………..
su döngüsü üç
Akşam olmuştu, hala uçuyordu. Güneş ışıkları denizin üzerinden yakamozlar oluşturarak kaybolmaya başlamıştı. Gökyüzünde kanat çırpan güvercin hayranlıkla denizi seyrederken, güvercinin uçan gölgesi denizin üzerine yansıyordu.
Alacakaranlıkta belirsizliğe doğru kanat çırpıyor ve çok yorgun hissediyordu kendini güvercin. Suyun üzerindeki devasa karanlıkta zorlukla kanat çırparken “Karanlık benim ruh halimi çok iyi yansıtıyor.” diye düşündü güvercin.
“Artık gölgeler içinde ve karanlıkta yapayalnızım. Artık karanlıktayım, karanlığım.” Gözlerinin önüne simsiyah bir karanlık oturmuştu. Karanlığın ta ortasına kendini fırlatıvermek istiyordu sanki güvercin.
Sonra “Sahiden kendimi karanlık suyun içine, akşam karanlığına fırlatsam ne olur sanki?” diye düşündü. Bir an bu düşünce her şeyin çözümü gibi göründü güvercine. Bütün acı ve dertleri birden bitiverecekti.
Bir an durdu güvercin… Sonra aklından geçenleri fark edince, bir anda kendi kendine “Dur!” diye bağırdı. “Dur, hiç kımıldama. Artık sadece kanat çırpmaya odaklanmanı istiyorum. İşte şu anda artık kendine yabancılaşmaya başladın.”
Güvercin gerçekten korkmaya başlamıştı. Hemen suyu yardıma çağırdı. Kendi de düşüncelerinin gittiği yerden korkmuştu. Su doğanın en bilge sesiydi. Ona yardım edebilirdi. Sanki sessizce çağırdığını bilirmiş gibi anında su ortaya çıkmıştı.
“İyi misin güvercin?” diye sordu.
………………..
………………..
………………..
su döngüsü dört
………………..
………………..
………………..
“Seninle her şeyi konuşabiliriz.” dedi su. “Yeter ki sen konuşmak iste… Bir sorunu anlayıp anlattığınızda o sorun hiçbir zaman doğru olarak kavranıp anlatılmış olamaz.
Gerçekte sorun anlatanın sorunu değildir. Çünkü sorun doğru kavranmış olsaydı sorun olarak orada olmazdı.” dedi ve gülümseyerek anlatmaya başladı su.
“Işık, ateş ve güneş, hepsi birdir. Canlıların iradesiyle birlikte hareket ederler. Bu birleşimin içinde, niyet her şeydir. O yüzden eskiler, ‘dileyin gerçekleşecektir’ derler.” dedi su.
“Ararsan mutlaka bulursun, dilersen mutlaka verilecektir. Kapıyı çalın, mutlaka açılacaktır. Kim dilerse elde eder, kim ararsa bulur ve kim vurursa kapı ona açılır.”
Su ansızın susmuştu. Sanki ağzından çıkanları bir daha düşünüyordu. Sonra ansızın başka bir şeyler söylemeye başladı birden. Sanki başka bir şeyden, başka bir şey anlatmaya başlamıştı şimdi.
“Önce kalbi açmaya hazır olmak gerek. Ancak kalbi açık olanlar, hep birlikte yürek köprüleri kurabilirler. Duygular güçlendiği zaman, her şeyi birbirine bağlayan yürek köprüleri çok daha çabuk kurulur. Duygu gücü inşa etmek gerek.”
“Duygu gücü inşa etmek, ne demek?” diye sordu güvercin.
“Duygu gücü inşa etmek demek, taşınabilir yürek gücünü arttırmak demektir.” dedi su. Sınırları zorlamak gerekse bile gerçekten ayrılmamak gerekir.” diye devam etti su.
Sonra, bir dua gibi tekrar etti su. “Gerçeklik uğruna yaşamak ya da gerçeklere ışık tutan olmak gerek. Gerçekle yüz yüze gelindiğinde, hiçbir yanılgı ve yanılsama kalamaz. En sonunda her zaman gerçeklik, ciddiyet ve güç kazanır.”
“Belki de tek hedef, tek doğru olan gerçeğe uyum sağlamak değildir.” dedi güvercin.
“Asıl hedef, algının sürekli değiştirilmesiyle tekrar ve yeniden gerçek canlılığa alışmak ve alıştırma yapmaktır. Gerçeği arayan göz, daima yaşamın sürekli değişen rahmine dikilmek zorundadır. Yaşamda hiçbir şeyin kalıcı ve sonsuz olmadığını bilmeliyiz. Doğru kabul edilen şeylerin gerçekte var olmadığını fark ettiğimizde, kafamızı bulutlardan çıkarır ve yeni bir aydınlanmaya ulaşırız. Yaratılışın gerçek yapısı kelimelerle asla ifade edilemez. Tekrar canlı olmak, yeniden canlı hissetmek, yaşamın her olası durumdan sonra yeniden değerlendirilmesi ve yeni bakış açıları elde edebilme olanağı sağlaması. Zaman geçtikçe daha esnek bir yaşama ulaşma yeteneği. Ne olurdu, gerçeği şaşmaz ve aldatmaz bir bilgi ile bilebilseydim…” dedi su.
………………..
………………..
………………..
boşluk
Affetmeyi bilmek yetmez
Affetmeyi sevmek gerekir…
boşluk bir
Şimdi güvercin önceki hallerinden çok daha farklı görünüyordu sanki. Baştan aşağı ışık olmuştu sanki. Tüm tüyleri uçarken, parıldıyordu. Güvercin sanki hiç kımıldamadan uçar gibiydi.
Boşluk güvercinin ruhunu ayna gibi görüyordu. Güvercinin ruhunda artık büyük bir sevgi vardı. Boşluk, güvercinin parıldayan ışığının ardında sevgiyle birlikte aynı oranda büyük bir özlem görüyordu. Sanki güvercinin çektiği özlem artık hasret ve hüzne dönüşmüştü. ” Güvercin önceleri böyle değildi.” diye düşündü boşluk.
………………..
………………..
………………..
boşluk iki
Sabah olmuştu. Güneşin yeni doğduğu zamanlardı. Güvercin semada kanatlarını çırparak süzülürken gittikçe daha fazla parlıyordu. Güvercin uçarak kendini arındırmanın sırrına ermişti sanki. Ne kadar çok uçarsa o kadar daha fazla arınıyor ve parlıyordu.
Boşluk, güvercini böyle nazenin uçarken görünce “bakıyorum keyfin yerinde?” diyerek selamladı. “Epey zamandır sesin soluğun çıkmıyor, sanki bana nedense son zamanlarda pek bir sessizleştin gibi geliyor.”
“Arınmışlığımın tadını çıkarıyorum.” dedi güvercin.
“Yine de alışılmadık bir şekilde çok sessizsin.” dedi boşluk.
“İçimdeki aydınlığın yeniden karanlığa dönüşmesinden korkuyorum. Mümkün olan en az şekilde hareket ederek her şeyden korunmaya çalışıyorum.” dedi güvercin. “Artık ben her günümü içimdeki aydınlığa adadım. Aydınlığımda keyifle yaşamaya karar verdim.”
“O halde neden korkuyor ve neden telaşlanıyorsun? Yoksa gerçeklik algının bozulacağından mı korkuyorsun?” diye sordu boşluk.
“Hayır, hayır.” dedi güvercin. “Çoktandır yeni bir dersim var benim. Bir biçimde anda yaşamaya gayret ediyorum. Ancak eski alışkanlıklar, geçmişe ya da geleceğe kaçış alışkanlıkları pek kolay değiştirilemiyor. Bunlara olan bağımlılığımın ortadan kalkmayacağından korktuğum için kendimi dengede ve sessizliğe odaklanmış bir şekilde tutuyorum. Yeni bir duruş ve arayış bu anlayacağın.” dedi güvercin ve sonra devam etti. “Umudun ve umutsuzluğun ötesinde bir yer var. Gerçekte onu arıyorum. Belki de cesaretin aptallıkla buluştuğu noktayı arıyorumdur, kim bilir…” dedi.
………………..
………………..
………………..
boşluk üç
Güneş doğduğunda, güvercin çoktan gökyüzünde süzülmeye başlamıştı. Bir yandan kanat çırpıyor ve bir yandan da kendi kendine konuşup, kendine gelmeye çalışıyordu.
……………….
……………….
……………….
“Ne yani” dedi güvercin “beni terk mi ediyorsunuz?” İçini buz gibi bir korku kaplamıştı ansızın rüyasında güvercinin.
“Hayır.” dediler. “Biz seni terk etmiyoruz. S
en kendin bu kadar yükseğe çıkarak güvercin doğanın dışına taştın.
Sınırlarını aştın.
Sen bu kadar yükseğe çıkarak kendi kendini terk ettin.
Sen tüm hayatın boyunca sınırlarını aşmak, bir başka gerçekliğe geçmek istemedin mi?
Kendi arzularını hatırla.
Hep bağımsız olmak, her istediğini yapmak istemedin mi?
Zaten herkes istediğine mahkum değil miydi?”
Rüyasında içinde bir şey çıt etmişti güvercinin.
“Beni terk etmeye karar vermişler.” diye düşündü.
Ne güvensiz bir güvercindi rüyasındaki bu güvercin.
………………..
……………….
……………….
“Beni dövüyorlar mı yoksa seviyorlar mı belli değil.” diye söylendi kendi kendine. Sonra dayanamadı. “Beni artık sevmiyor musunuz?” diye seslendi rüyasında dört elemente.
“Sevgiden mi bahsediyorsun?” dediler koro halinde. Şimdi ses daha da çok yükselmişti.
“ Sevgi kutsaldır. Kutsal kavramlardan öyle destursuz bahsedilir mi? Sevgiye özen gerekir, saygı gerekir? Sevgiden kolaycacık hemen vazgeçilebilir mi?” dediler hep birlikte.
“ Bana göre gerçek aşk kendi yuvandan çıkıp hiç bilmediğin tanımadığın başka bir yuvaya konmak demektir. Benim için aşk, en kutsal uçuş ve en kutsal yaşamdır.” dedi güvercin.
“Yaşamak, ölmek demekse; aşk belki de yaşamın en üstün noktasıdır. Aynı zamanda aşk en kutsal ölüm değil midir? Belki de yaşamın ötesine geçmek, sınırları aşmaktır. Hep öte de olmayı hiç düşündün mü?” dediler yine hep birlikte koro halinde.
“Siz ne diyorsunuz?” diye bağırdı güvercin. Her şey sevgi olur aşka uçarken. Her şey o uçuşa dönüşür. Tüm dünyan o olur. Her yer ve her şey sevgiye dönüşür, sevgi keser. O zaman, artık sen uçmazsın, sadece sevgi uçar. Ben bunu bilmez miyim?”
“Aşktan bahsederken yüzünü, yüzündeki ışığı bir görebilseydin? “ dedi koro yeniden.
“Görmeme gerek yok.” dedi güvercin.
“Ben onu düşündüğüm anda zaten oyum, o oluyorum, ona dönüşüyorum.”
………………..
………………..
………………..
Yedinci ayın on dördüncü günü ikinci binin on birinci yılı saat on bir on beş.
Döngü sevgiyi ararken,
güvercin gerçeklik aşkına uçarmış.
Bir yanıt yazın