Dinlemek 1
Dinlemeye dayanamıyorsan
Hiç anlayamayacaksın Güvercin.
Sonbahar gelmişti.
Doğa yavaş yavaş sararıyordu.
Güvercin her sonbahar olduğu gibi yine bekliyordu,
Beklerken de yavaş yavaş sarıya dönüşüyordu.
Sakince yaşamaya çalışıyor, günlerini yapması gerekenlerle dolduruyordu.
Sonbaharın o melankolik renk değişimi Güvercine iyi gelirdi…
Sanki Güvercinin içiyle dışı eşitlenir dengelenirdi, her sonbaharda.
Güvercinin hayatı boyunca en çok yaptığı şey, beklemekti.
Ve ona en zor gelen beklemek, bekleme süreci sonbaharla çok örtüşürdü.
Güvercinin dış dünyası sarıya dönüşmeyi beklerken, Güvercinin içi de bekliyordu,
Belki de tam tersiydi.
Güvercin beklerken, dış dünyası ve doğa da sarıya dönmeyi bekliyordu.
Her zamanki uçuş düzenine uyarak, uçuyor, uçuyor, sanki uçtukça arınıyordu.
Uçmadığı zamanlarda ise Su ile sohbet ediyordu Güvercin.
Su’yu çok severdi,
Onun sezgilerine çok güvenirdi.
Su ile konuşurken, sadece konuşmakla kalmaz, Suyun içine dalarak onunla bütünleşirdi.
Su Güvercine çok iyi gelirdi.
Güvercini arındırır, sakinleştirir ve rahatlatırdı…
Güvercin bazen kendisinin içinde bir martı doğası olduğundan şüphelenirdi.
Her zaman Suyla çok iyi anlaşır onunla hep çok güzel zamanlar geçirirdi,
Onunla konuşurken sakinleşir, huzurla oyalanırdı…
Yine bir sabah uçuşundan dönerken Su ile selamlaşmıştı.
Nasılsın Güvercin?
İyiyim, iyiyim işte…
Her sonbahar olduğu gibi yine sakince bekliyorum,
Hep aynı şekilde davranmaktan sıkılırsın sen, dedi Su.
Sonbahar bu…
Bekleme mevsimi.
Başka çarem var mı?
Güvercin Su ile konuştuğu için keyifliydi,
Konu gene beklemek ve bekletmeye gelmişti.
Beklemek, beklemek diye sızlanırsın hep.
Yoksa beklemeyi hafife mi alıyorsun Güvercin?
Sen ne diyorsun Su?
Beklemek benim kâbusum, sonsuzluk yüküm ve lanetimdir,
Bilmiyor musun?
Ben onu nasıl hafife alabilirim?
Beklemek deyince suratın büzülüyor, onu küçümsüyor dudak büküyorsun gibi geliyor.
Beklemek dediğin benim için dünyanın en ağır işi.
O halde beklemeyi küçümseme.
Belki de bıkmışımdır ne dersin?
Belki de bıkmış ve sonsuzluğu beklemekten bunalmışımdır.
Belki de küçümseme olarak gördüğün içsel bıkkınlığımdır.
Belki de sen beklemeye çok yanlış bir açıdan bakıyorsundur…
Bunun yanlış açısı mı olurmuş?
Beklemeyi çok ağır bir yük olarak görüyorsun ya Güvercin
Belki de o senin en güçlü silahındır…
Beklemek bir silah olabilir Güvercin.
Beklemek asında çok büyük bir silahtır.
Kullanmasını bilene çok büyük bir güç ve üstünlük sağlar.
Sen onun ezici yok edici yönünü biliyorsun,
Onun sadece sana karşı işlediğini zannediyorsun…
Sana etki ettiği gibi düşmanlarına da aynı etkiyi yapar,
Beklemek iki taraflı bir silahtır.
Kimse bu silahın gücü ve etkisinden kurtulamaz.
Beklemeyi yabana atma.
Hiç denizyıldızı hikâyesini dinlemedin mi Güvercin?
Hayır, hiç duymadım, dedi Güvercin.
Sana anlatma mı ister misin?
Evet, çok merak ettim şimdi.
Deniz yıldızının en büyük silahı beklemektir.
Deniz yıldızı midyeyi sabırla avlar.
Önce yavaşça bir midyenin üzerine konur.
Midyenin yaşamla bağlantısını keser,
Sonra beklemeye başlar.
Bekler, bekler midye ölünceye kadar bekler.
Midye ölünce onu midesine indirir ve onunla beslenir.
Ne kadar gaddarca,
Bana göre bu, en kötü ölüm biçimi.
Midyeye çok acıdım şimdi…
Doğanın işleyişine acımak, karışmak ve yargılamak hakkımız var mı Güvercin?
Ama bu midye için çok büyük bir haksızlık,
Tehlikenin nereden geldiğini bile anlayamıyor.
Kendini koruyamıyor.
Sen tehlikenin nereden geldiğini anlayabiliyor musun sanki Güvercin…
Önceden anlayıp, kendini koruyabiliyor musun ki?
Midye bunu nasıl yapabilsin…
Konuyu yine saptırdın Güvercin.
Beklemek, diyorduk…
Beklemenin gücünden bahsediyorduk aslında,
Ama bu çok acıklı bir hikâye, dedi Güvercin inatla.
Üstelik hala beklemeyi sevmiyorum,
Beklemeyi sevemem Su,
Ömrüm beklemekle geçti.
Hep bir şeyleri bekleyerek yaşadım.
Bekleyerek yaşadım, yaşadım, yaşadım…
Tamam, dedi Su
Bekleyerek yaşamak zorunda kaldın.
Hep bekleyerek yaşadın.
Biliyorum.
Beklemeyi hiç sevmezsin sen, dedi Su
Onu da bilirim.
Güvercin yutkundu.
Ama beklemek bana çok şey öğretti.
Beklemeyi sevmem ama geçmişte herkesi en çok ben bekletirdim, bilmiyor musun?
Herkesin bir yaşam çarkı var.
İster istemez o çarkın içine hapsoluyorsun.
Ama artık senin bekletmek gibi bir sorunun kalmadı sanıyorum dedi Su.
Her zaman çok dakiksin.
Evet, artık kimseyi bekletmiyorum,
Galiba doğru düzgün beklemeyi öğrendim ben.
Bekletmek sorunum olduğunda zamana yetişemiyor, onu kovalarken geç kalıyordum.
Şimdi ise ben zamanı kovalamıyorum ama o beni kovalıyor diye güldü Güvercin.
Zaman seni kovalıyor mu; yoksa itekliyor mu Güvercin?
Haklısın, diye kahkahayı bastı.
Zaman beni itekliyor, bir şeyler yapmam için, içimin kımıldaması için beni itekliyor.
Dışarıdan bu kadar çok hareket etmem seni kandırmıyor değil mi?
Aslında hiç kımıldamıyorum.
Her zamanki gibi hiç kımıldamadan bekliyorum işte.
Üstelik beklemeyi hiç sevmediğim halde bekliyorum.
Daha ne yapayım?
Sonbaharı seyrediyorum,
Sonbaharı seyrederek, bekliyorum…
Güvercin sonbaharla birlikte doğanın nasıl yavaş yavaş sarardığını görüyor,
Kendi de yavaş yavaş solup sararıyordu zaten,
Zamanın yavaşladığını tüm hücreleriyle hissediyordu.
Beklemekten sarardığını çok iyi biliyordu.
Beklerken mi sarardığını yoksa sarardığı için mi beklediğini ise hiç bilmiyordu Güvercin.
Bilmiyordu ama içindeki kımıltısız bekleyen deniz gittikçe büyüyordu.
Ve büyürken de çok daha fazla bunalmışlık hissi yaratıyordu,
Suyla oyalanması da yetmiyordu artık…
Su’da bir garipti.
Son zamanlarda pek bir meraklı olmuştu sanki.
Ya da Güvercine öyle geliyordu.
Sorduklarına sinirleniyor, iyice sinir oluyordu.
Su nasıl olduğunu sorsa bile Güvercin sinirleniyordu.
İyiliği için söylediği sözlere kızıyordu.
Bir de sana kendimin nasıl olduğunu mu anlatmam gerek, diye öfkelendi Güvercin.
Savaştan çıkmış gibiyim.
Tüm gözler bu kadar üzerimdeyken sana ne anlatayım?
Sana kendimi mi anlatayım…
Seninle mi yoksa kendimle mi savaşayım?
Bu sıralarda bir tek seninle veya kendimle savaşmam eksik sanki, diye söylendi Güvercin.
Yorgunsun, dedi Su
Boş ver her şeyi.
Bitkinlik, duygularını ve gücünü zayıflatıyor.
O yüzden böyle hissediyorsun,
Bu yüzden bu kadar hassassın zaten…
Birazcık dinlenebilsen, kendine huzur versen.
Bütün bunlar ve kendinle yaptığın ve uzun süren bu savaş, seni çok yordu.
Biraz rahatlaman lazım Güvercin, dedi Su.
İçim hiç kımıldamıyor.
Daha ne yapayım?
Bu kımıltısızlık da seni yoruyor ve bunaltıyor Güvercin.
Sanki bana canın çok sıkılıyormuşsun gibi geliyor, dedi Su.
Beklemekten gerçekten bunalmışsın gibi görünüyor, diye üsteledi yeniden.
Bunalmışlık mı diye sordu Güvercin.
Nasıl bunalmayayım,
Sadece bunalmışlık?
Ve bunalmışlık hissi mi?
Bunalmışlık hissi, bunalmışlıkla beklemek.
Hem de beklemekten bunalmak…
Bilmiyorum ama hiç sanmıyorum, dedi Güvercin boynunu bükerek.
Beklemek benim asli işim, değil mi?
Beklemek hayatımın eylemi değil mi?
Beklerken sarardığımı hissediyorum,
Ben de tabiat gibi yavaş yavaş sararıyorum işte.
Bazen beklemek çok ağır gelmeye başlıyor.
Zaman bir türlü geçmiyor.
O zaman ben de yüreğimdeki niyeti tekrarlıyorum, dua gibi.
Bunu biliyorsun değil mi?
şimdi ben
denizin dalgaları
ve hırçın köpükleri arasında
dimdik ayakta duran bir kaya olmak istiyorum….
Şimdi ben
Daracık köprülerden ormana ulaşmaya çalışarak
Ağaçlı yollarda yürüyorum…
Şimdi ben
Çiçekli kapımın ışığının
Bir gün kesinlikle yanacağını bilerek bekliyorum…
Bekliyorum işte…
1026
………….
………….
………….
Güvercin her zamanki düzenine dönmüş ve uçuşlarına başlamıştı.
Çoktandır aklında taşıdığı soruyu, Güvercin’e sordu.
Son zamanlarda hiç bir şey söylemiyorsun.
Hiç konuşmuyor, bir şey anlatmıyorsun.
Son zamanlarda yaşadıklarına ne diyorsun?
Hangi yaşadıklarım, diye sordu Güvercin.
Yaşadığın bağımlılıklar…
Hangi bağımlılıklar?
Bu karşılıklı soruların, izin verse; sonsuza kadar süreceğini düşündü bir an Su.
Güvercinin inadını iyi bilirdi.
Pes ediyorum Güvercin.
İhanet bağımlılığını soruyorum.
İhanet bağımlılığına ne oldu,
Çok merak ediyorum…
İhanet bağımlılığımı mı soruyorsun, dedi Güvercin düşünceli bir sesle…
Onu unuttum çoktan.
Artık öyle şeyler düşünmüyorum.
Düşünecek ne var ki zaten?
Yaşamın zekası, her yerde ihanet örneklerini sunup duruyor işte.
Bunları söylerken donup kalmıştı aslında Güvercin.
Bunları hiç konuşmayalım,
Hatta hatırlamayalım bile.
Böyle söylemesine rağmen Güvercin’in gözlerinde sanki yine de bir acı var gibiydi…
Ne oldu şimdi, diye soracakken, Güvercin’in gerdanlığını ve aynasını hatırlayarak sustu
birden Su.
Güvercin’in bir aynası ve bir de gerdanlığı vardı vazgeçemediği…
Nesne olarak başka hiçbir şeye sahip olmak istemezdi,
Her şeyi her an bırakıp, gitmeye hazır bir disiplin yaratmıştı kendine…
Arkasında bir şeyleri yarım bırakıp, gitmeyi sevmezdi Güvercin…
Ya da bir şeyler yüzünden gidemeyecek durumda kalmayı hiç istemezdi.
Böyle bir bağımlılığa düşmekten ödü kopardı.
Sadece iki nesnesi vardı Güvercin’in.
Aynası ve Gerdanlığı…
İkisi de geçmişten beri var olduğu, var edildiği zamandan kalmaydı…
Güvercin’in gerdanlığı sadece yüksekten uçarken parlayarak ortaya çıkardı.
Belki de Güvercin’in bu kadar kendini beğenmiş olmasının sırrı bu gerdanlıktaydı.
Diğer güvercinlerden farklı olmasını sağlayan belki de bu gerdanlıktı.
Bu gerdanlık aşkına belki de hep yükseklerde uçmaya sevdalı hale gelmişti.
Belki de bu yüksekten uçma tutkusu yüzünden, diğer güvercinlere bağlı kalmayı sevmezdi…
İlişkiler kurardı, ama bu ilişkilerin kendi hareketlerini sınırlamasını ve kendini bağlamasını
sevmezdi.
Belki de tam bu yüzden Güvercin’in dünyaya, diğer güvercinlere fazla bir düşkünlüğü,
bağımlılığı yoktu.
Bu nokta da sadece bir engeli vardı Güvercin’in.
Sevdiklerinden pek kolay kopamazdı…
Bazen bu Güvercin’in laneti haline gelirdi.
Onu bu günkü yaşantısına bağlayan asıl güç sevgi zinciriydi,
Asla sevgiyi feda edemezdi…
Ne kadar kendini beğenmiş olursa olsun, sevgiyle zincirlenir ve sevgiyle kolayca
bağlanabilirdi.
Hem de kolayca yakalanırdı sevgiyle.
Sevdikleriyle kendisi arasında yarattığı bu görünmez sevgi zincirlerini de sadece kendisi ve
kendi yüreği kırabilirdi…
Bir yanıt yazın