Sanatta Mimesis: Sanat Taklit midir?

Kategori: Makaleler | 0

Mimesis ya da Taklit
Mimesis’in kelime anlamı; taklit, benzetme, öykünme, yeniden yaratma ve yansıtmadır. Mimesis, gerçekte; doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsilidir.Yunanca taklit anlamına gelen Mimesis, .önceleri Aristoteles tarafından kullanılmıştır. “Aristoteles sanat taklittir” demektedir.

Tarihsel süreçte sanatın ne olduğu üstüne pek çok kurgular ileri sürülmüştür. Bunların başında Platon- Aristoteles’in güzellik felsefelerine dayanan öykünmeli sanat anlayışı gelir. Gerçekten Aristo haklı mıdır? Sanat taklit midir? Yoksa sanat taklitten mi doğmuştur? Sanatın taklit olup olmadığı tartışmaları veya taklidin sanat olduğu iddiaları günümüzde de sürüp gitmektedir. Bu sorulara cevap aramaya başladığımızda; öncelikle taklit kavramına ve taklit kavramının tanımına bakmak ve daha sonra taklit ile sanat ilişkisinin tarihsel gelişimini göz önüne almak gerekmektedir.

Taklit, benzerini yapma, öykünme deyimiyle özleştirilmiştir. Yansılama ve benzetme deyimleriyle de dile getirilmektedir. Konuşma sırasında el, yüz ve kol devimleriyle gerçekleştirilen taklit, mimik adını alır. Taklit deyimi, Türk Dil Kurumunca yayımlanan Toplumbilim Terimleri Sözlüğü’nde yansılama deyimiyle dile getirilmiş ve şöyle tanımlanmıştır: “Örnek alınması istenen davranış biçiminin bilinçli ya da bilinçsiz olarak olduğu gibi yinelenmesi”. Taklit kelimesinin asıl anlamı, başkalarının gidiş ve tutumlarını iradeli ve bilinçli olarak yinelemektir. İradesiz ve bilinçsiz taklitler yanında taklidin bir çok çeşidi bulunmaktadır.

Bilerek yapılan bilinçli taklit, bilmeyerek yapılan bilinçsiz taklit, ya da taklit talkını, bilinçaltındaki eylem ve düşüncelere bilinçsiz olarak uyulmakla yapılan plâstik taklit, birdenbire yapılan yalın taklit, uğraşılarak yapılan direşken taklit, ya da sürekli taklit, konuşmaya başlayan çocukta olduğu gibi içgüdüsel taklit, bir yabancı dilin söylemini öğrenen kişide olduğu gibi iradeli taklit birbirinden ayırd edilmiştir. Bu taklit çeşitleri içinde birde sanata dönüşen taklitten bahsetmek ya da sanatsal taklitten bahsedilebilir mi? Ya da taklitsel sanat mümkün olabilir mi acaba? Yoksa sanat bir taklit ürünü müdür? Ya da sanat bir taklit ürünü olabilir mi?

Sanat ve Taklit İlişkisi

Sanatın ilkel dönemlerde doğayı taklit amacı ile ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Ernst Fischer sanatın doğadaki sesleri ve görüntüleri taklitle doğduğunu belirtir. Öte yandan sanatın doğadaki nesneleri büyüleyerek etki altına almak amacıyla doğmuş olabileceği de iddia edilmektedir.

Freud, günümüzde; dış dünyadaki nesnelere tinsel anlamlar yükleyen ilkel insanın davranışının yerini sanatın aldığını ileri sürer. Freud sanatı, zevklenmek için türetilen bir güç olarak betimlemektedir. Freud’a göre çocukluk devresindeki oyunların bir devamı olmaktadır.

Eski Yunan ve Latin edebiyatları, aklın rehberliğinde ideal güzelliğe ulaşmaya çalışan bir estetik ve mimesis yada taklit veya yansıtma esasına bağlı bir sanat anlayışına sahipti. Düşüncenin merkezinde olduğu gibi, sanatın merkezinde de insan vardı. O kadar ki, tanrılar bile insan suretinde algılanırdı. Nitekim günümüze ulaşabilen Eski Yunan ve Lâtin heykellerindeki tanrı figürleri açıkça insan şeklinde yapılmıştı.
Platon’da Sanat Ve Taklit İlişkisi

Platon, her tür sanatı bir taklit, bir yansıtma olarak kabul eder ve bunu ifade ederken de mimesis kavramını kullanır. Asırlar boyu yorumlanan mimesis kavramının dilimizdeki karşılığı, “taklit, yansıtma”dır. Sanat ideaların bir yansıması olan varlıkların taklididir.Sanat üçüncü dereceden bir taklittir. Zira asıl ve gerçek varlık fizik ötesi âlemdeki idea, bu dünyadaki onun yansıması, sanatkârın eserindeki ise üçüncü dereceden bir yansımadır.

Platon, sanatçıların işini bir ayna ile çevreye bakmakla bir görerek, onları gençler için zararlı görür ve sanatı kendi ölçütleri içinde bir süzgeçten geçirip biçimlendirerek kurguladığı ‘Devlet’e bu şekilde sokar. Öykünmeci sanatlar gerçek hakkında insanın beynini bulandırarak insana coşku ve iştah getirirler ve böyle bir durumda akıl bu doyuran öğelere yönelerek gerçeği aramaktan vazgeçer. Sanatta öykünme ya da taklid Platon’a göre ikiye ayrılır. Üretim için zanaatkârların kullandığı taklit ve sanatçıların akıl karıştıran taklitçiliği. Birinci de talkit üretim için kullanılır ve yapacakları nesneyi tanımak zorunda olan zanaatkârlar İdea’lara öykünürler, ikincide ise sanatçılar sadece kopyanın kopyasını üreterek akıl karıştırmaktan başka bir şey yapmazlar ve sanat eğitim amaçlı kullanılsa bile temelde daha az tehlikeli hale getirilemez, gerçekliğin araştırılmasını saptırır.

Sanatı bir taklit olarak gören düşüncenin en eski savunucularından olan Platon, sanatçıları kopyanın kopyasını yapmakla suçlayarak onları tasarladığı ‘Devlet’ine almaz. Platon, bu konuyu Devlet adlı eserinde şöyle bir diyalogla ortaya koyar:

“- İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları.
– Evet, görünürde varlıklar yaratmış olurum, ama hiç bir gerçekliği olmaz bunların.
– iyi ya, tam üstüne bastın işte düşüncemin; çünkü bu tür varlık yaratan ustalar arasına ressamı da koyabiliriz değil mi?
– Koyabiliriz tabiî.
– Yaptığı şeyin gerçekliği yoktur diyeceksin, ama ressamın yaptığı sedirde bir çeşit sedir değil midir?
– Evet görünürde bir sedir onunki de.
– Ya dülgerin yaptığı? Biraz önce demiştin ki dülger sedir ideasını, yani bizce aslını, özünü yapmaz, bir çeşidini yapar.
– Sedirin aslını yapmadığına göre, gerçeğini değil, gerçeğine benzeyen bir örneğini yapmış olur.
– (…)
– Tragedya şairinin de yaptığı bu değil mi? Benzetme değil mi onun da yaptığı? O da kuraldan, yani doğrudan, üç sıra aşağıdadır öyleyse, bütün benzetmeler gibi.”.

Platon’da bütün sanatlar üçüncü dereceden bir yansımadır. Hem de olanın olduğu gibi yansıması değil, olanın göründüğü gibi yansıması. O hâlde sanat gerçeği yansıtmaz; bize gerçeği vermez, gerçeğe ulaştırmaz; aksine bizi ters bir yola sokarak gerçekten, ilâhî hakikatten uzaklaştırır. Burada Platon’un sanatkârın kabiliyetini dikkate almadığını ve onu basit bir “ayna” seviyesine düşürdüğünü görüyoruz.

Platon, varlığın temeli ve sanatla ilgili düşüncelerini meşhur mağara istiaresi ile somutlaştırır. Buna göre; insanlar, karanlık bir mağarada yüzleri duvara dönük zincire vurulmuş esirler gibidirler. Mağaranın ağzından sızan ışık, mağara dışındaki varlıkların gölgelerini mağara duvarına düşürmekte ve o insanlar da bu gölgeleri gerçek zannetmektedirler. Eğer zincirlerinden kurtulup dışarı çıkabilseler, önce gördüklerinin gölge ve yansıma olduğunu, daha sonra o gölgelerin sahiplerini, bundan sonra da onların kopya edildikleri asıl idealarını görecek veya kavrayacaklardır.

Aristoteles’te Sanat ve Taklit İlişkisi

Mimesis kavramını Aristoteles de şöyle açıklar: Sanat bir taklittir ve bir modelin tıpatıp kopyasıdır. “Aristoteles sanatı, Platon gibi aşkın bir öğeyle değil, onu bir bütün olarak tek tek sanat eserlerinin incelenmesi, varlık karakterlerini ortaya konmasıyla açıklamaya çalışmıştır. Sanatı bir tür dil olarak görmüş, eserleri dilleri bakımımdan şiir yanlarıyla, ele almıştır.”İnsanın sanat eserinden aldığı zevk duygusu ise eserin gerçekliğe ne kadar yaklaştığı ile ilgilidir. Sanat eseri ne kadar gerçeğe uygunsa insanları gerçekliğin baskısından o derece uzaklaştırarak insanda bir rahatlama duygusu yaratır.

Aristoteles’e göre taklit ya da öykünme, sanatçının nesneyi tüm ayrıntılarıyla birebir kopya ederek izleyiciye amaçsız bir zevk vermek ve düşsel bir dünya yaratmak değil, aksine rastlantısal olan tüm ayrıntılardan nesneyi arındırarak izleyene konunun tam da özünü göstermektir. Bu anlamıyla sanat bir tanıtma ve bilgilendirme işi olup; izleyicinin aldığı zevkte gerçeği görmenin ve bilgi edinmenin verdiği zevktir. Eserde nesnenin özünü kavrayan kişi, gerçeğe döndüğünde onu daha iyi kavrar. “Aristoteles mimesis’e, her türlü sanat etkinliğini bağlayan bir biçim olarak bakar. Ama o Platon’dan ayrı olarak, sanatsal etkinliğin görünür nesnelerin taklidi değil de, doğadaki yaratıcı gücün taklidi olduğunu söyler. Bu söylemle sanatta yaratmaya sınırlı bir yer tanımış olur. Aristoteles için sanat, doğada tamamlanamamış ve yetkinleşmemiş halde kalanı tamamlamaya çalışan bir etkinliktir. Sanat, bu yetkinleşme ereğine, en fazla, trajedinin arındırıcı etkisinde yaklaşmış olur.”

Pozitif bir yaklaşım ve tümevarım metoduyla Yunan edebiyatını değerlendiren Aristoteles, bu değerlendirmeleri ile güzellik, düzenlilik, kesinlik ve simetri unsurları üzerine kurduğu estetik anlayışını, Poetika ve Retorik isimli eserinde ortaya koyar. Aristoteles’e göre de sanat taklittir (mimesis). Zira, insanı sanata yönelten şey, onun tabiatının derinliklerinde var olan taklit etme ve ahenk yaratma iç güdüsüdür. Bu sebeple sanat/sanatkâr tabiatı taklit eder. Buraya kadar Platon’la aynı düşüncede olan Aristoteles, taklidin mahiyeti, sanatın bilgi verme veya bizi gerçeğe ulaştırma niteliği, sanat ve sanatkârın fonksiyonu konularından hocasından büsbütün ayrılır.

Sanatkar, tabiatı taklit ederken bir “ayna” gibi her gördüğünü, her şeyi olduğu gibi veya aynen taklit etmez, etmemelidir. O, dış dünyayı olduğu gibi ve kaba bir şekilde eserinde taklit eden bir ayna değildir. Sanatkar taklidi, bir seçme işlemi çerçevesinde gerçekleştirir ve gerçekleştirmelidir. sanatkar sokakta gördüğü her insanı değil, belli bir insanı; o insanın her hareketi veya hayatının her anını değil, belli hareketlerini ve hayatının belli kesitlerini anlatmalıdır. Sanatkarın seçmedeki kıstası, hayatın veya insanın genelini, özünü yansıtabilmektir. Sanatın konusu, büyüme veya kendini gerçekleştirme içinde olan insanın ruh tecrübesidir. Sanatkar, bu ruh tecrübesini anlatırken insanı ya olduğundan iyi ya da olduğundan kötü olarak gösterir ki, bu tavır trajedi ve komedi gibi iki farklı türün doğmasına zemin hazırlar.

Sanatkar, “olan”değil “olabilir”‘ olanı seçmelidir. Olanı olduğu gibi anlatmak, sanatın değil; tarihin görevidir. Sanatkar dış dünyayı veya insan tabiatını yansıtırken, Platon’da olduğu gibi, basit bir ayna değildir. Sanat, bir yaratmadır ve bu yaratmada da sanatkarın rolü inkâr edilemez. Sanatkar, gördüklerinden birtakım seçmeler yapıp, olabilir olanı anlatırken, sebep sonuç ilkesine de dikkat etmek zorundadır. Sebep sonuç ilkesi, özellikle destan, masal, roman, hikâye vb anlatma esasına bağlı türlerin, olay örgüsünde son derece önemlidir. Aksi takdirde aktarılan olay örgüsünü aklın kabul etmesi mümkün olmayacaktır.

Aristoteles’e göre; sanat ve sanatkar, bize hayatın anlamı ve olayların sebepleri hakkında bilgi verebilir; gerçeğe, gerçekliğe götürebilir. Onun ötesinde sanat ahlaki bakımdan da önemli bir fonksiyona sahiptir. Örneğin; trajedi, acıma ve korku duygularını uyandırmak suretiyle, bizim birtakım kötü duygulardan arınarak, temizlenmemize, psikolojik bakımdan daha dengeli bir insan olmamıza hizmet eder.

Tarihsel Süreçte Sanat ve Taklit İlişkisi

Sanatta taklit olarak Mimesis kavramına tarihsel süreç içinde bazen olumlu ve bazen de olumsuz kabul ve yaklaşımlar olmuştur. Sanat üzerine yapılan değişik yorumlardan birisi sanatı bir taklit ürünü olarak ele alan düşüncedir.

Romantik döneme kadar, edebiyatta ‘taklit’ olağan kabul ediliyordu. 18. yüzyılın ilk yarısında, taklit edilen hiçbir yazar bunu günümüzde olduğu gibi öfkelenerek karşılamıyor, aksine, yazar taklit edilmekten memnuniyet duyuyordu. Taklit etmek, taklit edilen yazarı onore eden, onun beğenildiğine işaret eden bir davranış olarak görülüyordu. Genç veya usta herhangi bir yazarın başka bir yazarı taklit etmesi de toplumun gözünde onu küçülten, gayrimeşru bir durum olarak kabul edilmezdi. Bugünkü intihal tartışmaları, o zamanlar yaşanmazdı. Yazarla taklitçisi arasında daha ziyade sevgi ifadeleriyle dolu yazışmalar olurdu.

Romantizm ve Realizm sanat akımlarına mensup olan eserlerde de tabiattaki varlıklar ve olaylar gerçeğine yakın bir şekilde taklit edilmeye çalışılıyordu. Romantik edebiyatın orijinalliğe yaptığı vurguyla beraber taklit kavramına dair algılar ve tartışmalar da değişmeye başladı.

Romantik edebiyatın özgünlüğü yücelten çıkışı son derece yerindeydi; fakat bugün unutulan şey, taklit edilmenin taklit edilen yazara gerçek bir zarar vermediğidir. Bir metni sanat eseri yapan şeyi taklit edebilmek mümkün değildir. Metnin kendi yazarı dışında hiç kimse yazarın metin yoluyla yarattığı şeyi başka bir metinde yeniden yazamaz; ancak yaratılan şeye dair bazı kalıpları ancak tekrar edebilir.Eğer bir başkası, yazarın yarattığı şeye dair birtakım unsurları alıp onları yeniden yaratıyorsa, ortaya çıkan şey zaten o ilk metinden başka, özgün bir eser olacaktır. Eserin özü, değeri onun sanatındadır ki bu da ancak tek kişi tarafından yaratılabilen, tekrar edilemeyen, kendisinden başka bir şeye benzemeyen, benzetilemeyen bir olgudur. Aynı şey iki kere yaratılamaz. Bu nedenle taklit edilebilen de yaratılmış olan sanat eseri değil, ona ait bazı özelliklerdir.

Alexandre-Gottlle Baumgarten’e göre de evrende madde ve ruh öylesine âhenkli bir şekilde birleşmiş ve kaynaşmıştır ki, sanatın ve sanatçının amacı tabiatı taklit olmalıdır. Maddeci estetikçilerden H.Koch’a göre ise, sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir. Ancak bu yansıtma biçimini toplumsal değerler belirler. Belki bazı sanat dallarında, meselâ resimde, heykelde, tiyatroda taklidin daha fazla yer aldığını, ama mimari, edebi sanatlar gibi alanlarda hayal gücünün taklidi aştığını söylemek daha gerçekçi olur. Zaten eski Yunan düşünürlerinden Philostratos da, taklidi ikinci plana atarak, hayal gücü ve yaratma ilkesini savunmuştu. Hayal gücü taklitten daha kuvvetlidir. Eski Yunan Tanrılarının heykellerini yapanlar onları görerek yapmamışlardır. Alman filozofu Hegel’de tabiat güzelliğini reddederek, sanat güzelliğini tabiat güzelliğinden üstün tutar. Tiyatroda izlenip alkışlanan birçok cinayet sahnesi, gerçek hayatta aynı beğeniyi bulur mu? Sanat eseri, gerçeğin yalın bir taklidinden çok daha farklı bir şeydir.

Biçimden ziyade renk peşinde koşan izlenimciler, insanın bilinçaltını dışa vurmaya çalışan ekspressiyonistler, gerçeklerden kaçıp gerçek üstüne ulaşmaya çalışan sürrealistler, edebiyat alanında da temsilcilerini bulan sembolistler ve Picasso’da zirveye çıkan geometrik kübizm v.s. ortaya koydukları eserlerle sanatta taklitten ziyade yaratıcılığı ön plana çıkardılar. Özellikle fotoğraf ve film teknolojisindeki gelişmelerle, bilgisayarın ses ve görüntü işleme tekniklerinin gelişmesi; montaj sanatını ortaya çıkartırken, sanatta aynen taklit ortadan kalkmış oldu. Dada’cıların resimde bir tahta çizip onu boyama yerine oraya gerçek bir tahta çakma gibi sanatı tekrar taklitleştiren girişimleri çok eskilerde kaldı. Süreç içinde sanatta taklit kavramı, başlangıçtaki anlam ve içeriğini değiştirerek, kullanılan sanat diline özgü biçimlerde yansıtılması olarak anlaşılmaya başlandı.

Çağdaş Dünya da Sanat ve Taklit

Günümüzde bir yanda kullanılan sanat dili ve biçimine göre sanatçının kendi özelliklerini yansıtması beklenen çağdaş bir sanat anlayışı gelişmiştir. Öte yandan yaşanan teknolojik gelişmelere bağlı olarak kullanılan yeni bir sanat dil ve biçimlerini geliştiriyor. Çağdaş sanatlarda bilgisayarlar ve özel film teknikleriyle hareketli görüntüler üzerinde birçok değişiklikler sağlayan op-art ve çeşitli nesnelerin birleştirilmesiyle yeni kompozisyonlar elde eden pop-art, gibi yeni sanat dil ve biçimleri, yaratıcılıkta yeni boyutlar ortaya çıkarıyor. Toplumsal yaşamın dinamikleri, sanatın anlam ve felsefesini doğrudan insan değerine özgülerken, çağdaş sanatı da taklidin çok ötesine taşımakta; artık sanat estetik bir ilişki biçimine dönüşmektedir.

Gerçekten tabiattaki varlıkların ve olayların doğrudan kendileri bir sanat eseri sayılmazlar. Doğal şeylerin işlenmesi ve düzenlenmesiyle bir sanat eseri ortaya çıkar. Sanat, doğanın aynen yansıtılması değildir; nasıl bilim varlıkları ve olayları çözmeye ve formüle etmeye çalışıyorsa, sanat da varlıkları ve olayları anlamaya ve bilimden farklı bir şekilde anlatmaya yönelmiştir. Burada kimi sanatçı resmi, kimi heykeli, kimi müziği, kimi edebi sanatları kullanır. Her sanatçı gerçeği anlatırken; kendi tekniğini, kendi ruhunun yaratıcılığını ortaya koyar ve kendi yaratma yeteneğiyle içindeki güzeli ortaya çıkarır.

Sanatçıda yaratıcılığı yönlendiren, onun yaratma yeteneği ve hayal gücüdür. Gerçekler ve olaylar onun hayal gücü ile birleşerek, unutulmayan sanat eserlerine dönüşürler. Bu arada gerçek varlık ve olayların bazı yönleri kırpılıp atılır, bazı yönleri sanatçının orijinal yaratmasıyla birlikte, hem ele aldığı konular, hem kullandığı malzemeler ve işlenme tarzlarıyla sanatçının kendine has üslubunu ortaya koyar.

Sanatın, bilinçaltı duygu ve düşüncelerin ürünü olduğu iddiaları bir yana bırakıldığında; sanat, nesnel gerçekliğin insan bilincinde estetiksel imgeler halinde yansımasıdır. Sanat, insansal etkinlikle ve eş deyişle üretim süreciyle belirlenmiştir. Bu nedenle sanat, ister istemez, insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişkidir. Nesnel gerçeklik, sanatçı da estetik biçimlerde yansır. Sanat, insansal pratiğe; topluma, toplumsal yaşama sıkıca bağlıdır. Sanatta; öz ve biçim, ulusallık ve evrensellik, soyutla somut, duyusallıkla düşünsellik iç içedir ve birbirinden ayrılamaz. Sanatçının bütün bu diyalektik karşıtlıkları, örgensel bir bütünlüğe kavuşturma tarzı yaratısına ve eserine yansır. Öte yandan sanatçının nesnel gerçekliği algılama tarzı, sanatında açığa çıkarken, ister istemez.içinde yaşadığı tarihsel dönemin koşullarına ve dünya görüşünü de yansıtmış olur. Bu bağlam sanatçıyı ister istemez yaşadığı çağa mahkum eder.

Sonuç

İnsanın nesnel gerçekliği estetiksel biçimde yeniden yaratması ve bunu yeniden yapabilme yeteneği olarak sanat, estetik bir ilişki biçimidir. Tarihsel süreçte sanatın ne olduğu üstüne pek çok kurgu ileri sürülmüştür. Platon ve aristoteles’e göre sanat bir taklittir.

Platon’a göre sanatın konusu olan her şey idea’ların birer öykünmesiyken, Aristoteles’e göre sanat gerçeğin öykünmesidir. Aristoteles’e göre sanat mimesistir, taklittir. 18.nci yüzyılın ilk yarısına kadar geçerli olan bu kaba sanat anlayışı, yerini Fransız düşünürü ve yazarı Rousseau’nun anlatımlı sanat anlayışına bırakmıştır. Bu anlayışta önemli olan güzellik değil, duygusal taşkınlıktır. Bu yüzden güzellik öykünmeyi değil güzel anlatımı gerektirmektedir. Rousseau’nun romantik sanat anlayışı, giderek; yerini, biçimci sanat anlayışına bırakmıştır.

Günümüzde sanat, gerçeğe etkinlik kazandırma eylemi olarak, hayata dostça bir katkı ve bir gereksinimdir. Sanat, kişinin evreni algılamasını ve algılatmasını sağlarken gerçekte sanat, insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetiksel bir ilişki kurar.

Sanat ta mimesis tartışmaları, sürer giderken; bu gün için mimesis, gerçekliğin sanatsal yoldan yoğun biçimde yansıtılması olarak kabul edilmektedir. Genellikle öykünme ve taklit anlamında kullanılan mimesis ya da taklitle ilgili içeriksel tartışmalar bir yana bırakıldığında; artık sanatta taklit, sanatta gerçekliğin kendine özgü biçimlerde yansıtılması olarak algılanmaktadır. Sanat felsefesinde taklit olarak mimesis ve sanatın neliği tartışmaları sürüp giderken, taklit olarak başladığı ileri sürülen sanat; bu gün için insanın, nesnel gerçekliği, estetiksel biçimde yeniden yaratması olarak tanımlanmaktadır.

­Bu makale Aydili Sanat Dergisinde yayınlanmıştır.

Yorumlar kapalıdır.