Edebi Metinlerde Hayvan Temsilinde
Estetik Duyarlılık Arayışları
Prof. Dr. Z. Gönül Balkır-Öğr. Gör. Başak Balkır Gülen
Edebiyat Tarihinde İnsan merkezci (antropomorfizm) karakter inşaası yerini; hayat merkezli (biyomerkezci) karakter inşasına bırakmaya başlamıştır. Gerçekçi olarak tanımlanabilecek edebi metinlerde de hayvan varlığına giderek daha fazla rastlanmakta, hatta yalnızca hayvanlara adanmış anlatılar üretilmektedir.
İnsan merkezci (antropomorfizm) algı ve kabulün yerini hayat merkezli (Biyomerkezci) bir bakış açısına taşıyan eserler, edebiyattaki hayvan temsilini; doğrudan hayvan sorunları temsiline taşımaktadırlar. Böylece edebi söylemin, insan kimliğini dile getirmek için hayvanı bir kuklaya dönüştürmesini eleştirmek yerine; yeniden inşaa edilen bu algı ile edebi metinlerde türlerarası köprü kurabileceği düşünülebilir.
Bu çalışma, edebi metinlerde insan ötesine ve posthümanizme odaklanarak, gerçekçi bir şekilde işlenecek hayvan sorunları temsilinin, güncel tartışmalarla birlikte bu konudaki tartışmaları zenginleştirecek yeni estetik duyarlılıklar üretebileceğine, insan ve hayvan temsiliyle ilgili yeni karakter inşaası vasıtasıyla, hayvan temsilinden hayvan sorunlarının temsiline geçişin sunduğu imkanları ortaya çıkarmak ve görünür kılmak amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Edebiyatta Hayvan Temsili, Hayvan Sorunları Temsili, İnsan merkezcilik (antropomorfizm) , hayat merkezcilik (Biyomerkezcilik)
Searching Aesthetic Sensitivity in The Representation of Animals in Literary Texts
Prof. Dr. Z. Gönül Balkır-Lec. Başak Balkır Gülen
In the history of literature, anthropomorphic character construction has recently been replaced by life-centered (biocentric) character building. In literary texts that can be described as realistic, the existence of animals is increasingly encountered, and even narratives devoted exclusively to animals are now produced.
Works that replace human-centered (anthropomorphism) perception and acceptance by a life-centered (biocentric) perspective; carries the animal representation to the problems of animals’. Thus, instead of criticizing the literary discourse’s transformation of the animal into a puppet to express human identity; with this reconstructed perception, it can be thought that a bridge between genres in literary texts might be built.
This study aims to reveal the possibilities, offered by the transition from animal representation to representation of animal problems, by focusing on transhumanism and posthumanism in literary texts through the construction of new characters related to human and animal representation. The representation of animal problems that will be treated realistically can produce new aesthetic sensitivities that will enrich the discussions on this subject together with current debates.
Keywords: Animal Representation in Literature, Representation of Animal Problems, Anthropomorphism, Life centrism (Biocentrism)
GİRİŞ
İnsanlık tarihi boyunca edebi metinlerde hayvan karakterler hep var olmuştur. Edebiyatımızda ve sanat tarihimizde mağara duvar resimlerinden başlamak üzere binlerce yıldır hayvanlar ve hayvan temsilleri yer alıyor. Mitoloji de sanat da ve sanat tarihinde hayvanların birer karakter olarak yer aldığı birçok eser, destan, masal, hikâye, şiir, fabl ve roman yazılmıştır (Yazgıç, 2021).
Edebiyattaki hayvan temsilinde yaratılan insanbiçimcilik ve sembolik anlam, sorunlu bir biçimde hayvan temsiline karışmakta ve sadece kurgusal dünyanın öğelerini canlandırmak için var olmakta ve sorunlu bir temsil yaratmaktadırlar. Bu çalışma da insan merkezci bir hayvan temsilinden, doğrudan hayvan temsiliyle hayvan sorunları temsiline geçişin edebiyatımıza getireceği yeni estetik açılımlar üzerinde durulacaktır.
1.EDEBİ METİNLERDE HAYVAN TEMSİLİ
Hayvanlar; kimi zaman baştan sona yer aldı edebi metinlerimizde, kimi zamanda insanların arasında karakter buldular. Bazen bu eserlerde insanlar hiç gözükmedi, bazen de bir insanın kendini hayvana dönüşmesine ya da bir hayvanın insan olmasına şahit olduk. Bazen insan kendini büyük bir balığın karnında buldu. Bazen yarı at yarı insanlar, yarı insan yarı arslan veya yarı keçiler, yarı balık yarı insanlar edebiyatımızda temsil edilip karakter buldular (Yazgıç, 2021) .
Edebiyat geleneğinde hayvanları figür, sembol, metafor, alegori olarak barındıran edebiyatta da hem hayvan anlatılarının artışı, hem de bu anlatıların hayvan-merkezli bakış açısıyla çözümlemesi anlamında benzer bir gelişme gözlenmektedir. Edebiyatta hayvan temsilinin uzun bir tarihi var. Mitler, ritüeller, sözlü hikâyeler, efsaneler ve masallarla ortaya çıkan kadim başlangıcından, doğa-kültür etkileşimine yönelimin öne çıktığı romantik döneme, pastoral edebiyat, doğa şiiri ve Ovid’in Metamorphoses‘i gibi insan ile insandışı yaşam arasındaki dönüşüm öykülerinden çağdaş fantastik edebiyata ve gerçekçi anlatılara kadar hemen her türde hayvan temsillerine rastlanmaktadır. Edebi metinlerde hayvanlar, betimleme, sembol, alegori, metafor vb farklı amaçlarla sunulmakta ve farklı biçimlerde görünmektedir(Tekin, 2018, 2476).
Hayvanın ne olduğuna dair sorular felsefenin, edebiyatın, sanatın, antropolojinin, kültür araştırmalarının ve tarih gibi alanların da bulunduğu, çok disiplinli dalların konusu olarak tartışılmaktadır. Ontolojinin ele aldığı insan -hayvan ikiliğinin çözümlenmesi, bu kavramların sınırını belirlemek veya sınırlarını açmakla mümkündür. Sanat ve sanat yapıtı insan üretimi bir olgudur. Bir sanat dalı olarak edebiyat ve edebi metinlerde, yaşamda yeryüzünü birlikte paylaştığımız ve karşılıklı birbirimizin yaşamını ve mekânlarını işgal ettiğimiz hayvanların temsilleri sorunludur (Aslantaş, 2019, 21).
1.1.İnsanların Hayvan Olarak Temsili
Temsil sözcüğünün kökenleri araştırıldığında, kavrama içkin dolaylılık ve sorun rahatlıkla görülebilmektedir. Oxford Sözlüğü’nde temsil, “1. Birisi adına konuşma ya da hareket etme ya da bu şekilde temsil edilme durumu. 2. Bir kimsenin ya da bir şeyin özel bir biçimde tanımlanması ya da betimlemesi” olarak tanımlanmaktadır. Türkçe’de ise “temsil” sözcüğü, Arapça mal kökünden gelen tamsîl (benzetme, benzerini yapma, örnek verme, resmetme) sözcüğünden gelmektedir(Tekin, 2018, 247).
Masallarda tilkilerin kurnazlığı, kargaların ahmaklığı, kurtların hainliği anlatılır. Bunların hiç biri hayvan değildir. Evet, anlatılan karakter tilkidir, kargadır. Ancak anlatılan hikâye insana dair özelliklerdir. Tilkiler kurnaz değildir, ama masalda tilki üzerinden insanın bir özelliği hikâye edilmektedir. Tilki, insanı anlatmak için kullanılan bir kukladır. Adeta mağazalardaki vitrin mankenlerinin kıyafeti teşhir etmek üzere giydirilmesi gibi bir hayvan, insana ait bir özelliğin teşhir edilmesi adına hikâye metni içinde kullanılmaktadır(Yazgıç, 2021).
Hayvanların karakterleri, özellikle de hikâyenin kahramanı olarak boy gösterdiği masal ve fabl gibi türlerde, insan tiplerine ve özelliklerine işaret eden semboller ya da alegori işleviyle, insan biçimci bir nitelik göstermektedir. Aynı şekilde George Orwell’ın yazdığı Hayvan Çiftliği’nde insanların, hayvan olarak temsil edildiğini görürüz. Hayvan Çiftliği, insanları anlatmak için hayvanların birer kukla karakter olarak kullanıldığı, birer bahane olduğu insanmerkezli metinlerden biridir(Yazgıç, 2021).
Fabl türü öykülerde hayvanlar görünür ama hayvan sorunu yoktur. Gerçekçi anlatıda ise durum daha karmaşıktır. Hayvanlar genellikle karakter kategorisine yükseltilir. İnsanbiçimcilik ve sembolik anlam, artık masallardaki gibi basit bir biçimde değil, neredeyse zorunlu olarak sorunlu bir biçimde hayvan temsiline karışır. Burada hayvanlar, yalnızca kurgusal dünyanın ögelerini canlandırmak için sahneye çıkabilirler(Tekin, 2018, 246).
Çocuk edebiyatında ise en çok kullanılan figürlerin hayvan figürleri olmasına karşın, hayvanlara karşı gösterilen tutumun/üslubun incelemeye alınmaması veya türcülük olgusuna dikkat edilmemesi şaşırtıcı bir durumdur. Hem yazarların hem de ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bu durum, çocukların algısının gelişiminde etkilidir. Hayvanı insandan daha aşağıda bir canlı olarak aktarmak veya hayvanlar arasında ayrım yapmak (tavşanların sevimli, ayıların korkunç olması gibi) doğaya yapılmış bir hakaret niteliğindedir (Şahin, 2020) .
Hayvan temsilini politik açıdan ve hayvan hakları ile bağlantılı olarak araştıran çalışmalarda, insanın hayvan kavrayışının onlarla doğrudan deneyim tarafından değil, temsil tarafından şekillendirildiği boyut öne çıkarılmaktadır. Hayvan temsilinde sembol ve metaforun yaygın kullanımı, gerçek hayvanın göstereni tarafından gizlenmesine yol açmakta ve hayvan kayıp gönderge olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı düşüncesi, insan-hayvan arasındaki keskin ayrımı, kalın sınırları, bu sınırlardan doğan tanımları, insan istisnacılığını öne çıkarır (Bingöl Yüce, 2016). Hayvanın özne niteliğini yitirip nesne konumuna indirgenmesi, toplumsal yaşamın ve sanatın her alanına yayılmıştır. Doğanın ve hayvanların insan tarafından istismarı, edebiyat ve sanata açık bir şekilde yansımakta; edebi metinlerde de açık bir şekilde ortaya konmaktadır.
1.2. Hayvanların Doğrudan Hayvan Olarak Temsili
Jack London’ın “Vahşetin Çağrısı” romanında insanlar tarafından “evcilleştirilmiş” bir kurt köpeğinin uzun maceralardan sonra kendi doğasını, kimliğini fark etmesi ve ona dönmesi anlatılıyor. Vahşetin Çağrısı isimli roman, hayvanların kukla olmaktan kurtulma romanı olarak tanımlanabilir. İnsanı, insanlar üzerinden; hayvanı da hayvanlar üzerinden anlatmayı tercih eden bir roman olarak Vahşetin Çağrısı, hayvanların hayvan olarak nasıl temsil edilebildiğini ve edilebileceğini gösteriyor.
Kendi doğasını keşfeden bir başka kahraman ise Richard Bach’ın yazdığı, Martı Jonathan Livingston. Yazar bu metinde martıya martılığını, sürünün; ona engel olarak ezberlettiği şeyleri aşmayı öğrenme sürecini anlatırken, okuru olan insanlara da ezberlerini bozmayı öğretiyor.
Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” adlı masalını da benzer bir okumayla değerlendiriebiliriz. Balığın, martının yahut kurt köpeğinin kendi doğalarını keşfetmek için ona dayatılan sınırları aşmasını anlatan bu üç kitabın ortak paydası; hayvanların, insana verilecek mesajın aktarılmasında araçsallık yapmalarıdır(Yazgıç, 2021).
2.HAYVAN TEMSİLİNDE ETİK DEĞERLER VE BAKIŞ AÇILARI
2.1. Hayvan Temsilinde Bakış Açıları
Aristoteles’e göre insan bir hayvandır ve her şeyden önce doğanın düşünerek söz sarf etmesine imkan vermiş olduğu tek hayvandır aristoteles’in Bu sözü insan hayvan insanın hayvanlarını diğer bütün canlı organizmalardan büyük bir fark olmadığını insanın ancak dil ve siyasi düşünceye sahip olmasıyla farklılaştığını açıkça söylemekten çekilmemiştir ikinci özelliği de doğa ve insan ilişkisinde doğa veren bahşeden Üstün durumdadır ki insana imkan veren de odur Aristoteles bu yana insan ve doğa ilişkisi Belki de birbirinden farklı binlerce benzetimi ehliyet ile meyve karşılaştırmaya konu olmuştur ki insanın bir hayvanın benzer tutulması bu çalışmaların en alışılmış derinden yalnızca biridir tarihsel değişim sürecinde insanın Hayvan olarak gösterilmesi ve hayvan olarak kabul edilmesini ötesinde zamanla hayvanda Daha doğrusu insan olmayan varlıklardan kopuşu hem mecaz hemde birden boyutuyla gerçekleşti Öyle ki bir zamanlar üyesi olduğu hayvanlar aleminde unuttu insan ve kendi kurduğu şehir yaşamında hayvanları Hayvanat bahçelerine hapsetti (Arıkan, 2021, 44).
Popüler kültürel metinlerde ve diğer yapıtlarda hayvan yaşamının yanlış, önyargılı ya da kötü temsili, edebiyat eleştirisinde insanı merkeze koyan bakış açılarının sorgulanmasına yol açmıştır(Tekin, 2018, 249). Edebiyatta insan merkezlilik eleştirisi, doğal olarak yeni akımların doğmasına yol açmıştır. İnsanmerkezcilikle ilgili kabuller, yerini biyomerkezci ve eko-merkezci bakış açılarına bırakmaya başlamıştır.
İnsanmerkezcilik, Brittanica‘da şöyle tanımlanmaktadır: “İnsanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bakış açısı. İnsanları doğadan ayrı ve üstün, diğer canlıları (hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları vb) ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür.” . “Antropos” kelimesi Yunancada insanı ifade eder. Homocentrism olarak da bilinen Antroposentrizm , insanın evrendeki veya dünyadaki en önemli varlık olduğunu düşünen inançtır. Bu nedenle, insanmerkezcilikte, insanlar diğer türlere kıyasla daha büyük içsel değere sahiptir. Kökeni tek tanrılı dinlere ve ikili karşıtlıklara dayalı antik Yunan düşüncesine uzanan insanmerkezli ideolojiler, insan toplumlarındaki diğer baskı biçimlerinin (sınıf, ırk, cinsiyet) de kavramsal çerçevesini oluşturmuş, doğayla ilgili kültürel normları belirlemiştir(Tekin, 2018, 249).
İnsanı hayvandan üstün gören bir başka Alman filozof ise Immanuel Kant’tır. Kant felsefesinin ağırlık noktası, bilgiyi ve nesneleri kullanabilen insandır. İnsanın hayvanlar âlemi başlığı altında olduğu kabul gören düşünceler arasında olsa dahi; insan oluş ve hayvan oluş zıtlığı bir kez daha meydandadır. Kant, türün en tepesine yerleştirilen insanı mantık bahşedilmiş bir hayvan olarak tanımlarken, görünen nesneler evrenini kuran ve hâkimi olan insanı, hayvandan ayıran özelliğin elleri olduğunu vurgulamıştır. “Onda ne öküzün boynuzları ne de aslanın pençesi vardır; onun sadece elleri vardır…” diye tekrarlar (Aslantaş, 2019,8 ).
Protagoras’ın ünlü “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözü, antroposentrik düşüncenin en kestirmeden ifade ediliş şekli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Antroposentrik düşüncelerin, isimleri ne olursa olsun, paylaştıkları belli temeller bulunmaktadır. Antroposentrizme göre insan ya da özü itibariyle iyi olan kavramlar dışında hiçbir şeyin içsel değeri, yani sadece varoluşundan kaynaklı bir değeri bulunmamaktadır.
İnsanmerkezcilik insan öznelliğine ve tarihe dair hâkim olan, üstün kabul edilen ilişkiler geliştirmek suretiyle tüm varoluşu ayrımcılıkla çürüten kavramsal bir güçtür. Özne, beden, arzu, arzu makineleri, kadın-oluş, hayvan oluş, azınlık-oluş, organsız beden ve yersiz yurtsuzlaşma gibi çalışmalarından doğan kavramları açık bir sistemde, tartışma olarak sunmaktadırlar. Hayvanların, insanın yasalarından ve kültüründen bir haber yaşıyor oluşları yersiz yurtsuzlaşma olarak okunabilir. İnsanla hayvanın ilişkisine; hayvanların tarafından bakmaya yönelik farklı bir bakış açısı vardır.
Hayvanlar, insanla arasında çizilmiş sınırın dışında yaşar, çoğu zaman dışlanmalara ayrımcılığa maruz kalırlar, alıkonulurlar, kapatılırlar; bu da onları göçebe olmaya iter. Bu göçebelik durumu her şeyi hareketli hale getirmektedir. Sosyolojik, politik, sanatsal veya kültürel imgeler, düşünceler, yöntemler, pratikler yerlerinden edilir ve dünyayı dolaşarak hareket ederler. İnsan – hayvan karşıtlığındaki bu bakış açılarından biri olarak insanmerkezcilik, kendi konumunu öncelerken, diğer varlıkların tamamını denetimi altına almaktadır(Arıkan, 2021, 29).
Bu karşıtlığı bozmak için yapılması gereken ilk iş aralarındaki hiyerarşiyi yıkmaktır. Ancak, hayvan Çalışmaları hala büyük oranda insana ait kavramlara ve sanatsal ürünlere odaklanmış ve insanmerkezciliğin tahakkümü altındadır(Arıkan, 2021, 30).
İnsan merkezcilik, insanın dünyanın merkezi ya da en önemli varlığı olduğunu savunan felsefi bir bakış açısıdır. İnsanları doğadan ayrı ve üstün; hayvanlar, bitkiler, mineral kaynakları gibi canlıları ise kendi yararı için haklı olarak istismar edilebilecek kaynaklar olarak görür. Bu bakış açısı özellikle insan türünü öne çıkaran kabulüyle ayrımcı ve türcü bir bakış acısı ortaya koyar.
Antroposentrizm, insanı evrendeki veya dünyadaki en önemli varlık olarak gören bir inançtır. Aynı şekil de biyosentrizm, tüm canlıların doğal bir değere sahip olduğu inancıdır. Eko-merkezcilik ise hem canlı hem de cansız bileşenleri içeren ekosistemlerin doğal bir değere sahip olduğunu düşünen inançtır. İnsanmerkezcilikte, insanlar diğer türlerden daha fazla içsel değere sahiptir. Biyomerkezci ve eko-merkezci algı ve kabullerde ise insanlar diğer türlerden daha doğal bir değere sahip değildir. İnsan-merkezcilik, insan merkezli bir sistem inancına sahipken, biyo-merkezci bakış tüm canlı organizma merkezli ve eko-merkezci doğa veya ekosistem merkezli algı ve kabulleri anlatır.
Biyomerkezcilik, çevre felsefesinde anti-antroposentrik bir inançtır. Adından da anlaşılacağı gibi, tüm canlıların inancıdır. Biyosentrizm, tüm canlıların doğal bir değere sahip olduğunu düşünür. İnsanın diğer canlı türlerinden üstün olduğunu düşünmez. Bu nedenle, insanmerkezciliğe karşıdır.Çevremerkezciliğe benzer şekilde, biyomerkezcilik doğaya odaklanır, ancak ekosentrizmden farklı olarak biyomerkezcilik çevrenin abiyotik faktörlerini içermez.
Ekosentrizm olarak ekomerkezcilik, canlı ve cansız, her şeyin; ekosistemlerin, algılanan faydalarına veya insanlar için önemine bakılmaksızın doğal bir değere sahip olduğu inancıdır. Bu nedenle, eko-merkezcilik, doğa merkezli bir değerler sistemini kabul eder. Biyoçeşitliliğin değerini, tek bir türün değeri üzerinde tanır. Biyomerkezciliğe benzer şekilde, eko-merkezcilik, insanların diğer şeylerden daha fazla içsel değere sahip olduğunu belirten insanmerkezciliğe karşı çıkar. Bununla birlikte, biyomerkezcilik ve insanmerkezcilikten farklı olarak, ekosentrizm ekosistemlerdeki abiyotik faktörleri içerme eğilimindedir.
İnsanmerkezcilik, biyomerkezcilik ve ekomerkezcilik, çevre felsefesinde üç anahtar kavramdır. Antroposentrizm insan merkezli bir sisteme atıfta bulunurken, biyosentrizm tüm canlıları merkeze alan bir sisteme atıfta bulunur ve ekosentrizm ekosistem veya doğa merkezli bir sisteme atıfta bulunur. Bu, insanmerkezcilik biyomerkezcilik ile ekomerkezcilik arasındaki temel farktır. İnsanmerkezcilikten farklı olarak, biyomerkezcilik ve eko-merkezcilik, insanları daha doğal bir değer vermeden sadece bir tür olarak kabul eder.
2.2. Edebi Metinlerde Hayvan Algı ve Değerleri
Edebiyat Tarihinde İnsan merkezci, antropomorfizm karakter inşası yerini; hayat merkezli, biyomerkezci karakter inşasına bırakmaya başlamıştır. Gerçekçi olarak tanımlanabilecek edebi metinlerde de hayvan varlığına giderek daha fazla rastlanmakta, hatta yalnızca hayvanlara adanmış anlatılar üretilmektedir(Tekin, 2018, 251).
Posthümanizm, insan doğasının insanın içinden çıktığı evrensel bir durum olduğunu iddia eder. İnsanın tekil, tanımlanmış bir birey değil, farklı kimlikler haline gelebilen veya somutlaştırabilen ve dünyayı çoklu, heterojen bakış açılarıyla bakıp değerlendirebilen bir bakış açısı olarak tanımlanabilir.
İnsanı anlatmaya devam ettiği halde hayvanlara, insanlık giydirmeyi tercih etmeyen edebi metinlerde bulunmaktadır. Anna Sewell’in, Siyah İncisi tam olarak böyle bir eserdir. Siyah İnci’de de insanlar anlatılıyor ama anlatıcı, bir at ve insanlar; onun bakışından anlatılırken, ata insan yüklemesi yapılmıyor, kahramanımız metin içine kuklalaştırılmıyor (Yazgıç, 2021).
Edebiyatın taşıdığı bu potansiyel, nasıl açığa çıkarılacaktır? Kuşkusuz, temsilden dile, biçemden türe kadar, edebiyatta ideolojik belirlenimleri, güç söylemini aşabilecek sayısız araç ve yöntem keşfedilip kullanılabilir.
Posthümanizm, tüm varoluşu kucaklayan ve geleceğe uzanan geniş bakış açısıyla, hem ekolojik düşünceyi felsefi açıdan ele almakta, hem de edebiyatı ve estetiği kültürel pratiğin farklı bir biçimi olarak yeniden değerlendirmektedir. Devrimci bakış ve algılarıyla açılarıyla tüm doğayı bütün kabul eden bu bakış açıları, insandışı doğanın ve yaşamın araçsallaştırıldığı insanmerkezli görüş ve hiyerarşinin alaşağı edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Edebi metinlerde, insan ile insandışı doğa ve varlıklar arasındaki ayırımın ortadan kaldırılmaya başlanmasıyla türler ara geçişler ve köprüler kurulmaya başlamıştır(Tekin, 2018, 251).
İnsan türünün sınırlarıyla çakışan, insan dışı varlıkları insanlardan daha önemsiz görebilir miyiz? Çağdaş değerlere baktığımızda insanlar ile hayvanlar arasındaki sınırların birbirine çok karıştığını görüyoruz.
Hayvan haklarını savunan hareketler, doğa ile kültür arasındaki bağın istenmeyecek bir şekilde koparılması karşısında hayvanlar ile insanlar arasında doğrudan bir temas kurulmasından yanadırlar. İkiyüz yılı aşkın bir sürede gelişen biyoloji ve evrim teorisi, aynı süreçte bilgi nesneleri olarak modern organizmalar da üretmiş ve insanlar ile hayvanlar arasındaki çizgiyi, hayat bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki ideolojik mücadelede ya da mesleki tartışmalarda yeniden baş gösterdiği gözlenen zayıf bir iz derecesine düşürmüştür.
Sınırların önemsizleşmesi, Biyosentrizm adı verilen hayat merkezci yeni bir bakış açısı ve kabul ortaya çıkarmıştır. İnsanların, diğer canlılara karşı insanların duyarsızlığına karşı çıkan bir paradigmayla biyosentrik düşünce, öncülü olan antroposentrizmle, etik anlamda ardılı olarak değerlendirilebilecek ekosentrizmin iki ucunda farklı düşünce biçimlerini içerir. İnsanın içsel değerinin sebebi olarak rasyonaliteyi ve insanların amaç-sonuç gibi düşünceler etrafında düşünebilme yeteneğini savunan antroposentrizme karşı çıkar. Öte yandan Ekosentrizm, adından da anlaşılacağı gibi antroposentrizm ve biyosentrizmden farklı olarak çevreyi merkeze alan bir anlayıştır. Antroposentrizmde sadece insan; biyosentrizmde sadece ekosistemin biyotik ögeleri birey kimliğine sahipken, ekosentrizm bu durumu ekosisteme yayarak ekosistemin kendiliğinden bir değere sahip olduğunu kabul eder. Ekosistemin bütün olarak ele alınması, bütünün parçadan öncelemesi sebebiyle ekosentrizm bütüncül bir anlayıştır. Bu yüzden bireysel ya da türsel olarak yaşanan her sorun, ekosentrik düşüncede ve ekosistemin kendi içinde aranır (İndibi, 2019).
Antroposentrizm biyomerkezcilik ve ekosentrizm arasındaki temel farklar; antroposentrizmin insanları evren ve dünyadaki en önemli şey olarak görmesi, biyosentrizm de tüm canlıların doğal bir değere sahip olduğunun kabulü ve ekocentrizmin de is ise öncelikli olarak temel değer olarak hem canlı ve hem de cansız bileşenlere sahip ekosistemlerin değerinin dikkate alınması esası bulunmaktadır (İndibi, 2019).
2.3.Hayvan Temsilinde Estetik Duyarlılıklar ve Etik Sınırlar
Geleneğinde hayvanları figür, sembol, metafor, alegori olarak barındıran edebiyatta da hem hayvan anlatılarının artışı hem de bu anlatıların hayvanmerkezli bakış açısıyla çözümlemesi anlamında benzer bir gelişme gözlenmektedir. Edebiyatta hayvan temsilinin uzun bir tarihi var. Mitler, ritüeller, sözlü hikâyeler, efsaneler ve masallarla ortaya çıkan kadim başlangıcından, doğa kültür etkileşimine yönelimin öne çıktığı romantik döneme, pastoral edebiyat, doğa şiiri ve Ovidius’un Metamorphoses’u gibi; insan ile insan dışı yaşam arasındaki dönüşüm öykülerinden, çağdaş fantastik edebiyata ve gerçekçi anlatılara kadar hemen her türde hayvan temsillerine rastlanmaktadır. Edebî metinlerde hayvanlar, betimleme, sembol, alegori, metafor vb farklı amaçlarla sunulmakta ve farklı biçimlerde görünmektedir(Tekin, 2018, 245).
Hayvanların karakter olarak, özellikle de hikâyenin kahramanı olarak boy gösterdiği masal ve fabl gibi türlerde, insan tiplerine ve özelliklerine işaret eden semboller ya da alegori işleviyle, insanbiçimci bir nitelik göstermektedir.
Gerçekçi olarak tanımlanabilecek edebî metinlerde de hayvan varlığına giderek daha fazla rastlanmakta, yalnızca hayvanlara adanmış anlatılar bulunmaktadır. Bu tür kurguda da hayvanlar, dokunaklılıktan sıradanlığa farklı retorik etkiler yaratmak amacıyla kullanılabilmektedir.
Hayvanların etik algı ve kabulleriyle ilgili çağdaş tartışmaların en önde gelen üç ismi Peter Singer, Tom Regan ve Gary L. Francione’dir. Singer, hayvan özgürleşmesi davasının; hayvanların acı çekmemekteki menfaatlerinin eşit biçimde gözetilmesi yoluyla kazanılabileceğini iddia ederken; Regan, ahlâkî topluluğun sınırlarının belirlenmesinde bir hayatın öznesi olma vasfının dikkate alınması gerektiğini ileri sürer.
Bu tartışmalardaki belki de en radikal örneklerinden birini Francione ortaya koyar. Ona göre hayvanların yegâne kurtuluş yolu, onların mülk statülerinin sona erdirilmesi ve her türlü hayvan kullanımının terk edilmesidir. Zihnî gelişmişlik düzeyinin, ahlâkî statü değerlendirmelerinde hiçbir yerinin olmaması gerektiğini söyleyen Francione, ahlâkî hiyerarşilerin tümden reddini içeren deontolojik bir pozisyonun savunuculuğunu yapar(Olgun, 2020).
Hayvan temsilini politik açıdan ve hayvan hakları ile bağlantılı olarak araştıran çalışmalarda, insanın hayvan kavrayışının onlarla doğrudan deneyim tarafından değil, temsil tarafından şekillendirildiği boyut öne çıkarılmaktadır. Hayvan temsilinde sembol ve metaforun yaygın kullanımı, gerçek hayvanın göstereni tarafından gizlenmesine yol açacak, hayvan kayıp gönderge olacaktır.
Dil ve kültür, kaçınılmaz olarak ilgi ve arzularımıza göre anladığımız bir dünyayı yansıttığından, yazarların ve eleştirmenlerin temel sorunu, hayvan yaşamının yanılsama ya da çarpıtma olmaksızın insan dilinde ve kültüründe temsil edilip edilemeyeceği ve nasıl temsil edilebileceğidir.
Hayvan sorunu, yalnızca hayvanlar temsil edildiğinde, ancak hayvan temsilinde antropomorfizm, alegori, sembolizm gibi teknikler kullanıldığında sorunsal hale gelmektedir. Bu nokta da önemli olan hayvan temsilinden hayvan sorununun temsiline nasıl geçilebileceğidir.
2.4. Siborg Manifestosu ve Türler Arası Uyum ve İletişim
Siborg Manifestosu, organik ve mekanik olanı aynı bedende birleştiren siborg metaforu üzerinden tüm tahakkümcü kategorileri yerle bir eden ve erkek egemen, kapitalist, batı merkezci dünya görüşüne meydan okuyan haraway’in, 21.yüzyılın manifestosu olarak kaleme aldığı çarpıcı bir metindir. Donna Haraway’in yazdığı “Siborg Manifestosu” da insan ile hayvan arasındaki çizgileri sorgulamaya başlayan en önemli metinlerden biridir (Bingöl Yüce, 2016).
Haraway, Siborg Manifestosu isimli eserinde; “yirminci yüzyılın sonlarına, bizim çağımıza, bu mitik çağa geldiğimizde, hepimizin makine ile organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer melez olduğumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, hepimiz siborguz. Siborg, hem tahayyülün hem de maddi gerçekliğin yoğunlaşmış bir imgesidir. Batının ırkçı, erkek-egemen kapitalizm geleneği, ilerleme geleneği, doğayı kültür ürünleri kaynağı olarak sahiplenme geleneği, benliğin başka benliklerin yansımalarından yeniden üretilmesi geleneği gibi bilim ve siyaset geleneklerinde organizma ile makine arasındaki ilişki, hep bir sınır muharebesi şeklinde cereyan etmiştir. Bu türdeki bir sınır muharebesinin paylaşılamayan toprakları da üretim, üreme ve tahayyüldür’(Haraway, 2006, 8).
Dona Karaway çalışmasında ayrıca; ‘Benim argümanım, sınırların karışmasını sevinçle karşılamakta ve bu sınırların oluşturulmasında sorumluluk üstlenmektedir. Benim argümanım ayrıca, sosyalist-feminist kültür ve teoriye, postmodernist, natüralist-olmayan bir tarzda ve cinsiyetin olmadığı bir dünya. Belki doğuşun olmadığı, belki sonu da olmayan bir dünya. Tahayyül eden, ütopik gelenek dahilinde, katkıda bulunma çabasını temsil eder. İkisi sarmal dansla birbirlerine sarılmışlarsa, ben tanrıça olmaktan ziyade siborg olmayı yeğlerim.” diyerek, argümanlarını sunmaya devam ediyor: ‘Hayvan-insan ilişkisi, gelecekte süper insanlarla insanlar arasında kurulacak ilişkiye en yakın model olma özelliğini taşır. Süper zeki siborgların, etten kemikten, sıradan insanlara nasıl davranacağını mı merak ediyorsunuz? İnsanların, daha az zeki hayvan akrabalarına nasıl davrandığıyla başlamak sağlıklı olabilir. Mükemmel bir benzetme olmasa da hayal etmek yerine gözlemleyebileceğimiz en iyi model budur.‘ (Haraway, 2006, 8). Haraway’in sözleri, başkaca söze gerek bırakmıyor aslında.
2.5. Hayvan Temsilinin Yeniden İnşası
Hayvanlar edebiyatta başkahraman ya da anlatıcı olduğundaki kurgusal yapıların insan-hayvan inşasını yeniden düşünmek için, sonsuz fırsatlar yarattığı çok açıktır. Aynı şekilde edebi metinlerde yer alan hayvanların sessizliğini dinlemek gerekiyor (Bingöl Yüce, 2016).
Donna Haraway, yazdığı Siborg Manifestosu’nda, günümüzün endüstriyel kapitalizm tertibatında, bilim ve teknolojiye bağlı olarak dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesinde, insan-insan olmayan, insan-hayvan, insan-makine, yaşayan-ölmüş, akıl-beden, doğa-kültür, kadın-erkek ikiliklerinin sınırlarının aşındığını söyler. Oysa bu sınırlar, aydınlanma düşüncesinden bu yana, insanın, hayvanın ve makinanın, kesin karşıtlıklara dayalı ve birbirini dışlayan, tanımlarına dayanmaktadır(Bozok,2019).
Edebiyattaki hayvan temsilindeki insanbiçimcilik ve sembolik anlam, sorunlu bir biçimde hayvan temsiline karışmakta ve sadece kurgusal dünyanın öğelerini canlandırmak için var olmaktadırlar. Hayvanların edebi metinlerde insan deneyimlerimizi göstermek amacıyla kullanılması; insan merkezli algı ve kabullerle edebi metinlerde hayvan karakterlerin, yalnızca insan bakışının pasif nesneleri olarak tasvir edilmeleri insan merkezci bir karakter inşası anlamına gelmektedir.
Donna Haraway’in yazdığı “Siborg Manifestosu” da insan ile hayvan arasındaki çizgileri sorgulamaya başlayan en önemli metinlerden biri olarak kabul edilmektedir. Posthümanizmle birlikte insan-hayvan ayrımının bir tür inşa olduğu farkedilmeye başlanmştır (Bingöl Yüce, 2016).
Antroposantrik (insan-merkezcilik) düşünme biçimi; dil, simgesel söylemler, mitoslar ile aktarılarak, kültürleri oluşturmuş ve toplumları dönüştürerek yeni düşüncelerin ve ideolojilerin de doğmasında etken olmuştur. Bu durumun etkileri sanat eserlerine ve sanatçıların düşüncelerine de yansımaktadır. Mevcut durumlar örgüsü içinde büyüyen kapitalist düşünce ile kurulan dünya düzeninde, her şeyin alınır satılır bir hale gelmesi, her türlü canlıyı ve nesneyi bir metaya dönüştürmüştür (Aslantaş, 2019,16 ).
Geleneksel etik, politik ve epistemolojik kategorileri, hayvan yaşamına verilen dikkat ve saygı bağlamında yeniden incelemeye çalışmaktadır(Aslantaş, 2019,27 ).
John Berger 1977’de kaleme aldığı “Hayvanlara Niçin Bakarız?” başlıklı yazı, pek çok soruyu, tartışmayı ve kavramı gündeme taşıdı. Böylece Ekoeleştiri adı verilen felsefe ve çevre akımı, posthümanist bakış açısının temellerini oluşturdu. “İnsanmerkezci” (antropomorfizm) bakışın yerini hayatmerkezli/biyomerkezli bir bakış açısını savunan bu görüş, insan hayvan ayırımını, bir temsil sorunu olarak tanımlarken, edebi söylemin insan kimliğini dile getirmek için hayvanı bir kuklaya dönüştürmesini eleştiriyor (Yazgıç, 2021).
İnsan merkezci (antropomorfizm) algı ve kabulün yerini hayat merkezli (Biyomerkezci) bir bakış açısına taşıyan eserler, edebiyattaki hayvan temsilini; doğrudan hayvan sorunları temsiline taşımaktadırlar. Böylece edebi söylemin, insan kimliğini dile getirmek için hayvanı bir kuklaya dönüştürmesini eleştirmek yerine; yeniden inşaa edilen bu algı ile edebi metinlerde türlerarası köprü kurabileceği düşünülebilir.
Edebiyat, düşünceyi ikili karşıtlıklar, belirli şemalar içine hapsederek algıyı da sınırlayan ve görülmeyen kör noktalar, duyulmayan sağır noktalar yaratan baskın bilinç biçimlerinin, söylemlerin dışında ve karşısında farklı bir bilinçlilik ve söylem yaratma gücüne sahiptir. Hayvan sorunuyla ilgili kültürel değer ve açmazların en iyi tartışılma yollarından birini üretebilir. Hayvan sorunuyla ilgili kültürel sınırların aşılmasına en uygun söylem türüdür. Dogmatik dünya görüşünün ve dışlayıcı savların kapalı devrelerinin kırılmasıyla çoğul bakış açıları, çokanlamlılık ve devingen ilişkiler içinde edebiyat, dilin, algının, iletişimin ve imgelemin yaratıcı ortamı haline gelir. Kuramsal ve ampirik bilgi kadar bilişsel ve etik duyarlılığı da hayvanla ve hayvanlarla olan deneyimlerimizi keşfedebilecek bir imgesel zenginlikle tamamlayabilir. Edebî söylemin yardımıyla insanlık, farklılıklar arasında bir köprü olabilir(Tekin, 2018, 251).
Hayvan çalışmalarının hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü bu dönemde hayvan ile insan arasında altı daha da çok çizilen, buna rağmen pek çok örnekte silikleşen ve sorgulanan sınırlar için edebiyatın, hayvanları nasıl anlattığına bakmak gerekmektedir. Edebiyat bu tartışmayı zenginleştirecek evrensel örnekler ve insan/hayvan tanımlarını, yeniden düşünmek ve değerlendirmek için bir çok imkân sunmaktadır(Bingöl Yüce, 2016).
Edebi metinler ve bu metinlerdeki hayvan temsilleri üzerine yoğunlaşılması; doğal olarak insan ile insandışı doğa ve varlıklar arasındaki ayırımın ortadan kaldırılmasına yönelmiştir. Bu tartışma, aslında sanat üzerine bir tartışmadır. Edebiyatın, “güzel söz söyleme sanatı” dışındaki anlamına ilişkin bir tartışmadır. Temsil karşıtı edebiyatın ya da temsilin yerinden edilmesi, insan-hayvan ayırımını yıkan biyomerkezci edebi metinlerin ortaya çıkması, edebiyatın merkezini değiştirecek düşünsel sıçrama taşlarıyla yol göstermesi beklenebilir (Tekin, 2018, 252).
SONUÇ
Edebiyat Tarihinde İnsan merkezci (antropomorfizm) karakter inşaası yerini; hayat merkezli (biyomerkezci) karakter inşasına bırakmaya başlamıştır. Gerçekçi olarak tanımlanabilecek edebi metinlerde de hayvan varlığına giderek daha fazla rastlanmakta, hatta yalnızca hayvanlara adanmış anlatılar üretilmektedir.
Batı düşüncesinin insan-hayvan arasındaki keskin ayrımı ve kalın sınırları, bu sınırlardan doğan tanımları, insan istisnacılığını öne çıkarırken; etik değerlerdeki biyomerkezci bakış acısı ve kabullerle birlikte hayvanlara yapılan ayrımcılık ortaya çıkmış, insan-hayvan ayrımının bir tür inşa olduğu farkedilmeye başlanmıştır.
Biyomerkezci yeni anlatı ve arayışlar, edebiyatın merkezini değiştirebilecek yeni olanaklar yaratmaktadır. Sanat ve edebiyatın anlam arayışları, diğer tüm varlıkların insani amaçlara giden araçlar olarak algı ve kabulü olan, insanmerkezcilikteki hayvan temsilinin yerinden edilmesiyle, insan-hayvan ayrımını yıkan Donna Haraway’in yazdığı “Siborg Manifestosu” da görüleceği üzere insan ile hayvan arasındaki çizgilerin sorgulanmaya başlanmasıyla silikleşen ve sorgulanan sınırlar içinde edebiyatın hayvanları nasıl anlattığını farketmek gerekiyor. Bu farkındalığın ardından geniş bir açılımla yaratılan hayvan sorunları algısına ve canlıların eşit temsiline odaklanmak mümkün olabilir.
Tüm canlıların eşit olduğunu kabul eden, edebi metinlerdeki hayvan temsilini, hayvan sorunları temsiline dönüştüren hayat merkezci bir algı ve kabulle, sanat ve edebiyatın hayvan temsilindeki estetik duyarlılığı yol gösterici olabilir. Sanat ve edebiyatın anlam arayışlarının, hayvan temsilini yerinden ettiği çok açık olup, yaşanan süreç içinde insan-hayvan ayrımını yıkan biyomerkezci yeni anlatı ve arayışlarla, edebiyatın merkezini değiştirebilecek yeni olanaklar yaratılacaktır.
(Bu Bildiri, 27-28 Kasım 2021 Tarihli 4.Uluslararası Sanat Ve Estetik Sempozyumunda; Sözlü Bildiri olarak sunulmuş ve tam metin kitabında Yayınlanmıştır.)
KAYNAKÇA
Arda Arıkan, A. (2011), ‘Edebi Metin Çözümlemesi ve Ekoloji,’, https://www.researchgate.net/publication/274340629_Edebi_Metin_Cozumlemesi_ve_Ekoelestiri
Arslantaş, H. (2019), Çağdaş Sanatta bir Medyum olarak Hayvan Kullanımı, İstanbul.
BOZOK, N. (2019), ‘Herkesle ve Kimsesiz, Türler Arasında ve Kökensiz Siborg: Donna Haraway’in Düşüncesinde Feminist Bir Beden Politikasının İmkânları’, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/750251
Bingöl Yüce, B. (2016) İnsan Olmayanı Yeniden Düşünürken Edebiyatın İmkânları, https://t24.com.tr/k24/yazi/insan-olmayani-yeniden-dusunurken-edebiyatin-imkanlari,734
Haraway D., (2006), Siborg Manifestosu,https://monoskop.org/images/b/b3/Haraway_Donna_Siborg_manifestosu_2006.pdf
İndibi, M.N. (2019), ‘ TOPRAK ETİĞİ VE ELEŞTİREL SOSYAL TEORİ’ http://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12462/5566
John Berger,J. (1977), Why Look at Animals?,
http://artsites.ucsc.edu/faculty/gustafson/FILM%20161.F08/readings/berger.animals%202.pdf
Olgun, H. (2020), Batı Felsefesinde Hayvanın Ahlâkî Statüsü: Francione’nin Abolisyonizmi Üzerine Bir Değerlendirme, https://dergipark.org.tr/tr/pub/opus/issue/52965/720047
Oxford Dictionary of English2010),
https://www.wikiwand.com/en/Oxford_Dictionary_of_English
Şahin, B. (2020), Çocuk edebiyatında hayvanlara yaklaşım ve Epiktetos örneği,
https://www.romankahramanlari.com/cocuk-edebiyatinda-hayvanlara-yaklasim-epiktetos-ornegi/
Tekin, N. (2018),Edebiyatta Hayvan Temsili: Yokluk Olarak Varoluş,
https://www.researchgate.net/publication/324529563_Edebiyatta_Hayvan_Temsili_Yokluk_Olarak_Varolus
Yazgıç, S.K. ( 2021),Edebi Metinlerde Dolaşan Hayvanlar, https://medium.com/t%C3%BCrkiye/edebi-metinlerde-dola%C5%9Fan-hayvanlar-a739e3fefcbf
Bir yanıt yazın