Fotoğraf Sanatı ve Güvercinler

Kategori: Metafor | 0

Sanat ve Sanatçı
Sanat, belli kalıplar içine konulamayan ve estetik olan insan duygularının dışa vurumu olup en basit anlatımıyla, yaratıcılığın ve/veya hayal gücünün ifadesidir. İnsanlığın geçirdiği evrimler yaşama biçimlerini, yaşama bakışlarını, sanat biçimlerini ve sanata bakışlarını değiştirmiş, her dönemde ve her toplumda, sanat farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır. Bugün sanatın “duygusal ve düşünsel etkileme gücü”ne sahip oluşu daha belirleyicidir.

Thomas Munro’ya göre; “sanat doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisidir.”. Kant’a göre; “sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur.”. Hegel’e göre; “sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.”

Marks’a göre; “yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir.”. B. Croce; güzelliğin yerine anlatımı öne çıkarır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile güzel olabilir. Sonuç olarak sanat, zekanın, var olana karşı tepkisinin, tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaştığı bir alandır. Sanatçı, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insanıdır.

Fotoğraf ve Fotoğraf Sanatı
Tarih boyunca sanat kavramı sürekli değişmiş, sanat kavramına zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Sanat ve sanatın ne olduğu tartışmaları bu günde sürüp gitmektedir. Bu tartışmaların ötesinde sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu mutlak kabul edilmektedir. Sanat ve sanat kavramının kapsamı tartışmaları, fotoğraf sanatında da devam etmekte ve halen fotoğrafın sanat olup olmadığı tartışılmaktadır.

Fotoğraf sanatı ve sanatçısı da, diğer sanat dallarında olduğu gibi; işlediği konunun kendisinde uyandırdığı duyguları fotoğrafıyla seyirciye aktarma ve onun kendisinde uyandırdığı duyguları fotoğrafıyla seyirciye aktarmak onunla paylaşmak ister. Belki de fotoğrafın en temel işlevlerinden biri de insanın kendisini; hem diğer insanlara ve hem de kendisine açıklamak olmalıdır.

Fotoğraf sanatçısı, diğer sanat dallarına göre; daha ayrıcalıklı, bir konumdadır. Fotoğraf sanatçısının, gerçeği; doğrudan fotoğraflayabilme yetenek ve yöntemi, dolaysız bir yöntem olarak, bütün form, kural tabu ve doğmalardan kurtularak, yaşadığı dünyayı açıklama ve ortaya koyma yolunda sanatını özgürce yerine getirebilir.

Fotoğrafa bakmak yaratıcı bir eylemdir. Üzerimizde; bize sergilediğinden öte aynı zamanda belli belirsiz bir izlenim yaratır. Bir tek an veya nesnenin durağan görüntüsü, yaşamımızda içli dışlı olduğumuz nesnelerin arasından belleğimizde silinmemesine yer elde edecektir.

Fotoğraf duyarlılığımıza yazı ve resme hiç benzemeyen bir titreşimle ulaşırken; belki de bu yüzden gerek çekicilik ve gerekse iticilik açısından kişi duyarlılığında doğrudan ve acımasız tepkilere neden olur. Fotoğraf sanatında, anlatımın evrenselliğini doğuran; iletinin, bu anlık özelliğidir. Bir Çin atasözü “ bir görüntü bin kelimedir.”der.
Gerçek fotoğraf; küçük bir şiir, bir düşünce yazısıdır. Fotoğrafla anlatım, resim şekil veya işaretle yeni bir yazma usulüdür. Öyle ki yanlış anlamalara yol açmaksızın ve bir başka dile çevrilmeyi gerektirmeksizin tüm dünyayı dolaşabilir, tüm dünya da anlaşılabilir.

Bir fotoğrafın anlamı,ona eşlik edecek metne, seyredecek kişinin özelliklerine ve programına göre farklılaşır. Bu yüzden tek bir fotoğraf üzerinde bin değişik bakış ve yorum öne sürülebilir. Bir fotoğraf, özellikle etkileyici bir fotoğraf karşısında bambaşka bir evrene dalar ve onun parçası oluruz. Artık fotoğrafın görüntüsü mü bize ulaşıyor yoksa biz mi bu fotoğrafın içinde kayboluyoruz, bilemeyiz…

Leonardo Da Vinci günlüğünde “…her nesne kendi görüntüsünü çevresindeki boşluğa yollar.” Diye yazmıştı. Görüntü imgeler. Görüntü soruyu ve yanıtı kendinde taşır. Her varlıktan yayılan bu ışık dalgası, fotoğraf aygıtının kaydedebileceği nesnel bir olgudur. Fotoğraf gördüğümüzü sandığımızı gözlerimizin önüne serer. Fakat gören kim? Gözün ardında aygıtın ardında fotoğrafı çeken kim? Bakışımız gördüklerimizi ayıklar. Her kişinin sayesinde yaşamayı sürdüreceği kendi bakışı vardır.

Fotoğrafınızı yaşamaya bırakın; onun karşınızda, kendi kendine oluştuğunu göreceksiniz. Gerçeğe boyun eğme yoluyla yazının ve resmin veremediklerini fotoğrafla verebilirsiniz. Asıl şaşırtıcı olan ve fotoğraf sanatını yaratan ise; fotoğraf sanatçısının, görünürde kolay ve kendiliğindenmiş gibi gelen bu sürece boyun eğişidir.

Fotoğraf çekmek; sanatsal bir eylem olmanın çok ötesinde; kişinin, çevresiyle bütünleşmesini sağlayan bir yaşama biçimidir. Çektiği fotoğrafla, sanatçı; ister istemez kendi akıl ve yüreğiyle, kendi evrenini de belirler ve sınırlar. Fotoğraf sanatı; ışık, cesaret ve yaşama sevinci gerektirir. Sınırları aşmak ve yaşamı en görünmez noktalarından yakalamak, herkesin göremediğini görebilmek ve gösterebilmek gerektirir. Fotoğraf çekmek ve fotoğraf, sanatsal bir etkinlikten öte; doğrudan özgürlük ve insan algısının yeniden biçimlendirilip, yeniden yapılandırılması ve eğitilmesidir. Fotoğraf, insanlar arası öğrenmenin ve görsel iletişimin en etkin araçlarından biri olarak kabul edilebilir.

Varlık yokluk karmaşasında; sanat, sanatçı ve sanatçının yaşamı, sonsuz içe ve dışa doğru; dinmek bilmeyen bir sarmalla yeniden yaratılmaktadır. Gerçeklik peşinde eşyanın tabiatı ve aşkınlığın doğasıyla kendini arayan insanın; yaratılışın büyüsüne kapılarak sevgiyle arınması, kendi kendisinin bilincine vardırışının; özgürleşmenin bir serüvenidir fotoğraf sanatı. Belki de insan duyarlılığının en onurlusunu yaratmak ve sabitlemek çağrısı/çığlığıdır, bizi fotoğraf çekmeye zorlayan.

Sanat estetiğinde, biçim ve içerik tartışmalarıyla modern sanatın eşiğine gelindiğinde; yaşanan bunalım ve kaosun, yeni bir yok oluş sancısı ve başkaldırıyı da beraberinde taşıyacağı açıktır. Fotoğraf sanatçısının, fotoğraf eylemiyle, içsel algı ve farkındalık biçimine göre; etkileşimini içselleştirerek, nefeslenmesi ve sonra derin bir solukla nefesin dışarıya yansıtılması bir zorunluluktur.

Güvercinler Ve Güvercin Fotoğraflarım

Sanatçı neden bir nesneye yönelir? Neden sanatçı saplantılı bir şekilde, sadece bir nesneye odaklanır? Fotoğraf sanatçısı, neden objektifini sadece tek bir nesneye yöneltir?

Her sanatçının kendini ifade edişinin bir nesnesi vardır evrende… Kendini özdeşleştirdiği, içselleştirdiği… Benim için güvercin, özgürlüğün yanında; gökyüzünde yarattığı ahenkle, hem sevginin ve hem de sevgiye sadakatin en sağlam ve naif kalesini oluşturur.

Çektiğim güvercin fotoğraflarımla, birçok karma sergiye katıldım. 2003 senesinden beri güvercin fotoğrafı çekiyorum… Ben, bir güvercin fotoğrafçısı mıyım? Yada güvercin fotoğrafçısı olarak kabul edilebilir miyim? Evet, ben bir güvercin fotoğrafçısıyım.

Fotoğrafı bir sanat olarak kabul edip, fotoğraf çeken ben; neden, sürekli güvercin fotoğrafı çekerim? Sanırım, güvercini sevgiyle uçmaya mahkum olan bir yürekle özdeşleştiriyorum. Her anını uçarak, var etmeye mahkum olan bir güvercinle…Yaratılışın en naif canlılarından biri olan güvercinler, benim için umudun kanatlarını simgeliyorlar…
Evrenin özünde yer alan hareketi ve enerjiyi; yaratılışın en görünen dansını gerçekleştiren güvercinleri gerçekten evrenin bedeni olarak kabul edebilseydik; gerçekte tüm evrenin dansının; özde sadece var olma biçim ve çabası olduğunu görecektik.

Bu bilinçle yaşama özgürlüğe ve güvercinlere öykünürken; gerçekte güvercinlerden yaşamı; koşulsuz güven yaratmak üzere güveni, korkuyu bir nefes gibi doğal kabul edip yenmeyi; gerçeği olduğu gibi görüp yürekten ve karşılıksız sevmeyi öğrenebilirdik. Gelecek güvencesi ve güven duygusuna gereksinimin yok olduğu bilinmezliğin ve belirsizliğin ta kendisi olarak özgürlük atılımlarının son durağıdır güvercinler ve güvercinlerin dansı.

Güvencinler gibi sadece anı yaşamak, geçmişi ve geleceği tek bir anda bütünleyerek bu bütünlük içindeki anı onuruyla yaşamak; belirsizliğe, kaosa yoksunluğa ve yoksulluğa aldırmaksızın sevgiyle, sadece var olmak için umuda kanat çırpmak.

İnsanın tüm hallerini; yaşamın var oluşundan beri sevgiyi, zarafeti, kırılabilirliği, narinliği, müjdeyi, barışı, özgürlüğü ve umudu simgeleyen güvercin metaforuyla yansıtmak/yansıtmaya çalışmak; modern sanatın eşiğine gelindiğinde; yaşanan kaos ve sanat estetiğindeki biçim ve içerik tartışmasının, yeni sanat algımız içinde yer alan başkaldırının aykırı bir yüzü olacaktır belki de.

21. yy. sanatında yaşanmaya başlanan belirsizlik kaosu; tam da bu yüzden zorunlu olarak, sanatı/sanatçıyı; elle tutulamayanı zapt etmeye, enerjiye/harekete odaklamaktadır. Güvercin bu bağlamda sevginin sonsuzluğunu ve anlık dansını gösteren en naif canlılardan biridir.

Fotoğraf sanatçısı olarak güvercinle buluştuğumuzda her toplum ve her çağda sevgi, özgürlük ve barış sembolü olarak insanla bütünleştiğini gördük güvercinin. İnsanın, sorgusuz sualsiz sevdiği bir nesne olarak algıladık güvercini. Gezip dolaştığımız her yerde özgürlük ve sevginin en temel simgelerinden biri olan güvercinleri aradık.

Tıpkı şehir yaşantılarımız gibi; sıkışık zaman ve mekânlarda şehirli güvercinlerimizde önce geniş mekânlardan dar mekanlara taşındılar… Ve daha sonra şehrin varoşlarına; çatılara eski püskü, derme çatma yapılara ve an sonra da viraneliklerde kurdukları yuvalarına sığındılar. Yaşadıkları mekâna ve çevrelerine yabancılaşmış bir şekilde birbirlerinin ağzından ekmek kapmaya uğraşırken, hepimiz gibi; artık çok yalnız ve çaresizdiler. Şimdilerde tel örgülerle sınırlı yenidünyalarında sınırsız özgürlüklerin simgesi oldular.

Güvercinlerin sokakları kirletmemek adına zehirli yemlerle yok edilmesi yüreklerimizdeki insan değerlerimizden bir kısmının daha sessizce elimizden alınışıydı… Şimdilerde şehirlerin özgür güvercinlerinin, alınıp satılan mal olarak değere bindiğini ve tel örgülere girdiğini görmeye başladık.Yitirilen güvercinlerle birlikte semalardaki özgürlüğün soyut enerjisi yok olurken; insan yüreğinin en sıcak sevgi köşelerinden birini daha kaybetmeye başladık.

Gündelik yaşantılarımızdan gittikçe daha fazla çalınmaya başlayan güvercinleri gördükçe insanlığın/ insanların en doğal sevdalarından birinin daha yitirilmeye başlandığının bilinci ve hüznü yüreklerimizi dağlıyor. Kaybettiğimiz insan değerlerimizle birlikte semalarımızdan sessizce yok edilen güvercinler, belki de bu yüzden son kalan güçleriyle; kendileriyle birlikte tüm yaşantılarını, güzelliklerini ve var oluş umutlarını o zarif güvercin kanatlarına yükleyip, fotoğraflara taşınıyorlar.

Kim bilir belki de güvercin fotoğraflamak, şimdilerde umutsuzluğun kanat çırpınışlarıdır. Oysa güvercin tutsaklığının süreç içindeki hikayesine dönüşmeye başlayan güvercin fotoğrafları; gerçekte sevginin, özgürlüğün ve umudun fotoğrafları olmalıydılar.

Bu makale Aydili Sanat Dergisinde yayınlanmıştır.

Yorumlar kapalıdır.