Güvercin, sonsuzluk kadar uzun süren bir zaman dilimine hapsolmuştu…
Uzun zamandır bekliyor, bekliyordu…
Güvercin bekliyor ve beklerken aynı zamanlarda ölümü düşünüyor, sanki ölümle dans etmeye başladığını sanıyordu…
Aslında güvercin son zamanlarda ölümle fazlasıyla karşılaşmaya başlamıştı…
Son zamanlarda hep sevdiklerini kaybediyor ve gittikçe panikliyordu…
Bazen ona geçmişi bir mezarlıklar denizi gibi geliyordu…
Güvercin ölümden korkmuyordu ama çevresindeki her şey ölüp giderken; ona gidenleri seyretmek düşüyordu…
Gidenleri seyretmek, korkunç geliyordu güvercine…
Ölüm fikri neden bu kadar korkunçtu ve yaşayanlarda bu kadar dehşet yaratıyordu?
Güvercin uzun zamandır kafasında dönüp duran bu soruya cevap arıyordu?
Her zaman için sevdikleri yerine kendi ölümünü tercih edeceğini düşünürdü…
Ama nasılsa her sefer sevdikleri gider, kendisi arkaya kalırdı…
Bir türlü kendisi dururken, sevdiklerinin gitmesini anlayamıyordu?
Yine aynı şey oluyormuş gibiydi…
Şimdi de kara güvercin, çok ağır bir hastalık geçiriyordu ve komadaydı…
Güvercin ise her zaman taşıdığı hüzne ve içindeki işkenceye dönüşen acının artmasına bir türlü anlam veremiyordu…
Sevdikleri giderken; geriye kalanlar neden bu kadar acı çekiyorlardı?
Kara güvercinin ölümcül hastalığını öğrenince şimdiden yas tutmaya başlamıştı…
Üstelik henüz kara güvercin ölmemişti…
Güvercin haftalardır en sevdiğinin acısını yaşıyordu…
Sanki ölmeden kara güvercini öldürmüştü de onun arkasından yas tutuyor gibiydi…
Nasıl oluyorsa daha kara güvercin ölmeden önce acı çekmeye başlamıştı…
Kara güvercinin hastalığı, yaşadığı acıyı görünür kılmıştı?
Güvercinin yanına kim yaklaşırsa güvercinin bu acısını görüyor ve onunla birlikte acı çekmeye başlıyordu…
Güvercinin çektiği acı yüzünden tüm enerjisi yok olmuştu.
O dillere destan pırıltısı bile azalmıştı…
Güvercin acı çekiyordu…
Güvercinin aklı da yüreği de acı çekiyordu…
Zamanlar bir türlü geçmiyordu…
Mutluyken haftalar gün aylar hafta ve hatta yıllar ay gibi geçerken artık zaman tersine akıyordu…
Dakikalar saat, saatler gün, günler hafta, haftalar ay ve aylarda yıllara dönüşmüştü…
Ne olursa olsun güvercin beklemekten usanmıyordu…
Güvercin ağlamak istiyordu…
Güvercinin içinden çoğu zaman hıçkırarak ağlamak geliyordu…
Güvercinin aklı da yüreği de ağlamak istiyordu…
Ama güvercin inatla dimdik duruyor ve ağlamıyordu…
Güvercin bekliyordu…
Güvercinin yüreği de bekliyordu…
Yüreğini aklına teslim etmiş, nefes almadan bekliyordu…
Güvercin beklerken onunla birlikte tüm evren de bekliyordu…
Öyle uzun zamandır inatla bekliyordu ki güvercin;
sadece ölümü beklediğini düşünüyordu çoktandır…
Öte yandan bu kadar inatla beklemenin ölüme galebe geleceğini de nasıl biliyorduysa biliyordu işte…
Belki de güvercin gerçekte yaşamı bekliyordu…
Ya güvercinin yüreği?
Ve belki de tüm evren, yaşamı bekliyordu…
Tüm evren, sadece yaşamı mı bekliyordu?
Bunu hiç bilemiyordu güvercin…
Ama inatla bekliyordu güvercin…
Sadece bekliyordu…
Ve güvercin bıkmamıştı beklemekten…
Güvercin bekliyordu işte…
Belki güvercin de yaşamayı bekliyordu…
Hem güvercin neyi beklediğini nasıl bilebilirdi ki?
Gerçekte neyi neden beklediğini kim bilebilirdi?
Belki de güvercin, sadece beklemeyi bekliyordu…
Bu yazı, Aydili Şairleri Antolojisi’nde yayınlanmıştır.