Ay Işığında Güvercin

Kategori: Güvercin Gerdanlığı | 0

Aydili yazı grubuma ithaf edilmiştir.

Güvercin, neredeyse sonsuz gibi gelen bir ölüm kalım savaşından yeni çıkmıştı.
Öyle yorgundu ki nerelerinde yaraları bulunduğunu kontrol edecek kadar dahi, ne gücü vardı;
ne de cesareti…
Değer miydi bunca özveriye?
Kendini ölecek kadar tüketmeye?
Bazen bu savaşa neden girdiğini sorup duruyordu veher defasında yine aynı cevabı veriyordu kendi kendine…
Savaşlara niye girilirdi?
Var kalmak yada varolmak için…
Bu savaşı sen de istedin ama dedi içindeki bir ses…
savaşmasan ne olurdu sanki…
Savaşmasam esir düşerdim…
Esir düşseydin ne olurdu…
Ama o zaman köle olurdum…
Köle olsaydın ne olurdu sanki…
Köle olsaydım kendime ihanet ederdim…
Kendine ihanet etseydin ne olurdu? Diye sormaya devam etti içindeki küçük güvercin aklı;
hala muhasebe yapmaya güvercini alacaklı çıkarmaya uğraşıyordu…
Olmazdı, olamazdı dedi güvercin…
bu kadar bedel ödeyeceğine kendine ihanet etseydin, ne olurdu sanki diye söylendi içindeki küçük güvercinlerden biri…
güvercinin kafası karışık olduğunda bazen koro halinde konuşmaya başlarlar, güvercinin karışık kafasını çok daha fazla karıştırırlardı…
güvercin böylesi durumlarda kendini parça parça hissederdi sanki içinde küçük bir ordu vardı ve sürekli olarak onu ve kararlarını sorguluyorlardı…
sanki savaşı kaybetsen ne olurdu diyorlardı,
sonra esir düşsen ne olurdu, köle olsan ne olurdu diye devam ediyorlardı…
güvercin artık panik halindeydi,
kendimi kaybederdim, dahası kaybolurdum diye kendini savunmaya çalışıyordu…
ama dinleyen yoktu;
güvercin içindeki bütün küçük güvercin benlerini susturmak için var gücüyle
“ o zaman ben ben olamazdım işte” diye haykırdı…
karşısında yer alan benler ordusu bu seferde sen, sen olamazsan ne olur sanki diye devam etti…
şaka gibiydiler,
güvercinin karşısında sanki bir benler ordusu vardı ve onunla dalga geçiyorlardı…
güvercin ağlasın mı, gülsün mü bilemiyordu…
birde kendini, kendine mi anlatması gerekiyordu ne?
yeni bir savaştan çıkmıştı zaten, tüm dünyanın gözü üzerindeydi,
hepsi gücünün ne kadarını kaybettiğini merak ediyorlardı,
bitti artık diyorlardı, güvercin bundan sonra ne yapacak? ancak emekli olabilir, çalışamaz diye düşünüyorlardı?
Bir zamanlar ona imrenenler, şimdi yaşadığı savaşı görünce güvercinin yerinde olmadıklarına seviniyorlardı…
tüm dünyaya bitmediğini ispat etmesi gerekiyordu güvercinin,
bu yüzden birde kendi kendisiyle yeni bir savaşa başlayamazdı…
elinde kendi emeği ve çalışmasından başka hiçbir birikimi yoktu…
güvercinin şimdiye kadar başka bir şeye ihtiyacı olmamıştı zaten…
tüm gücünü kendi emeğinden ve çalışmasından alıyordu, çalışmaya devam ettikçe var kaldığını biliyordu, üstelik bu emek ve çalışma için ne sevgiler, ne değerler feda etmişti…
Sanki birde güvercinin kendi kendisiyle savaşımı eksikti şimdi…
boş ver onları, yorgunsun, çok uzun süren bir savaş oldu…
zayıf düştün, hissettiğin bitkinlik duygularını da enerjini de zayıf düşürüyor ve seni aşırı derece de hassaslaştırıyor…
Bu hassasiyet, üstelik empati yeteneğini aşırı derecede çoğaltırken; kendini dinlemeye, dinlendirmeye vaktin kalmıyor…
Güvercin bazen çekip gitseydi, hiç savaşmasaydı daha mı iyi olurdu diye düşünmüyor değildi…
Yine de asla teslim olamayacağını biliyordu güvercin,
Belki de öylece savaşa girmeden bırakıp gidebilirdi…
pekala ne olacaktı sanki diye söylendi kendi kendine güvercin
her şeyi bırakıp kaçıp, gidebilir miydin ki…
İçinden bir ses güldü; sen mi bırakıp gidecektin,
bunu gerçekten kaçmak kabul ederdin,
kaçmayı korkaklık kabul eden sen, nasıl kaçıp gidebilirdin,
üstelik sen korkup kaçmayı, teslim olmakla eş tutardın…
Doğru dedi güvercin, benim mantığım ters çalışır…
koşullara esir düşmeye itirazım yok,
ama koşulların beni çaresiz bırakmasına ve kendi kendimin kendi elimle teslim alınmasına itirazım var…
Teslim olmak diye söylendi kendi kendine güvercin,
teslim olmanın bizzat kendisi çok aşağılık bir şey…
Nedir ki teslim olmak ? Niye böyle düşünüyorsun dedi içinden bir ses,
şimdi içindeki benler korosu susmuş yada tek vücut olmuş ve dinlemeye geçmişti…
anlamadıkları bir şey olunca hemen birleşir, tek bir organ gibi hareket ederlerdi….
Güvercin teslim olmak, dedi;
zorbaya boyun eğmek ve yenilmek demek, bana göre;
koşulların seni esir alması başka bir şey,
bizzat senin; kendini koşullara teslim etmen, bambaşka bir şey…
Böylesi bir teslimiyet aslında kendi kendini feda etmedir aynı zamanda,
en büyük yok oluş yada intihar budur bence,
o zaman hiç umut kalmaz işte…
O zaman belki sadece var kalmak ve var olmak adına bile isteye yok olmaktan bahsedebiliriz.
Yada kendini yok ederek, var kalmaktan, yaşar kalmaktan söz edebiliriz.
Böylesi yaşar kalmak tüm güçleriyle teslim olarak, böylesi yaşar kalmak; umudun tam olarak yok olmasıdır,
belki de gerçekte umutsuzluğun en dip çukurunda yaşamak yada en karanlık yerde ışıksız varolmaktır…
Güvercin bir an durdu;
sonra biliyor musunuz dedi;
dünyada en acı verici ölüm şekli, umutsuzluktan ölmedir.
Aynı şekilde dünyanın en acı verici cinayeti de umutsuzlukla öldürmedir…
Tamam dedi içindeki sorguculuk yapmaktan pek hoşlanan muhasebeci güvercin,
ürkmüştü konunun geldiği yerden, sanki bu konuda konuşmaya çekiniyordu…
veya belki de bu konuda konuşmak onu aşıyordu; hemen konuyu değiştirmeye çalıştı…
Peki şimdi ne olacak,
bu yaralı yorgun halinde aslında sürünürken ve seninle tüm savaşanlar ve savaş seyircilerinin gözü senin üzerindeyken ne yapacaksın?
Mademki senin bittiğini düşünüyorlar, gerçekten kendini nasıl toplayacaksın ve nasıl yeniden güçleneceksin?

Güvercin yavaşça güldü kendi kendine,
Sonra; hiç özel bir şey yapmayacağım,
her zaman yaptığımı yapacağım, çalışacağım, çalışacağım ve durmaksızın çalışacağım…
emeğim, beni iyileştirir ve yenilerken, zaman geçecek ve ben yeniden doğacağım…
Çok iddialı görünüyor ama yaptığın tüm plan bu mu diye sordu içindeki küçük muhasebeci güvercin, dudak bükmüştü; kendisi ayrıntılı, uzun ve karmaşık planları severdi…
Daha başka ne olsun, inzivaya çekilip çalışacağım,
benim emeğime ne kadar tutkun olduğumu bilmiyor musun?
Kendime sakince çalışmak ve dinlenmek için zaman tanımak istiyorum…
Kendimle keyifli zamanlar geçirmeye ihtiyacım var…
Son zamanlarda kanatlarım ve enerjim çok hırpalandı; ruhumda, vücudumda, kanatlarımda çok kırık…
Güvercin konuşurken, toparlandı bu kadar zayıf görünmeyi; kendine karşı bile zayıf olmayı asla kabul etmez, edemezdi…
Hemen duraklamaksızın ekledi, belki de kendimi yeniden yaratmaya karar veririm dedi cılız bir gülümseme ile…
Güvercin, bunları söylerken ciddi miydi bilinmez;
ama galiba gülerek, kendi kendisiyle dalga geçiyordu…
Sorgucu güvercin şaşırmıştı;
şu gülmek olayı, her şeyin yerine geçiyor galiba sende diye söylendi…
Güvercin doğrudur dedi, çoğu zaman ağlamak yerine geçiyor;
belki de bu yüzden çevremizde bulunan çok gülenlere bir kere daha dikkatle bakmalıyız…
ve özellikle de gözlerine; yüzler ne kadar gülerse gülsün gerçekte gülen ve ağlayan sadece gözlerdir, belki de bu yüzden gülenlerin gözlerine iyice bakmak gerektir…
sorgucu güvercin başka bir teorin var mı, yoksa yine hedef mi saptırıyorsun diye sordu?
Dinleyecek olursan, gözlerle ilgili hemen bir tane daha geliştirebilirim,
çevrendekilerin gözlerine bak, eğer hep uzaklara bakıyorlarsa yakındakilerle hiç işleri yoktur…
Sorgucu, merak etmeye başlamıştı şimdi, güvercinde bir gariplik vardı;
Güvercin, sadece kendinden mi yoksa her şeyden mi kaçıyordu…
açık bir tehlike ve belirsizlik vardı yine güvercinin düşünce ve davranışlarında…
sanki fırtına öncesi sessizlik gibi diye düşündü,
garip bir sakinlik ve aldırmazlık içindeydi güvercin…
Panik halinde ilk aklına geleni söyleyiverdi…
Ya öğrencilerin ne olacak?
Güvercin uçmaya hazırlanırken birden durdu; ne olacak öğrencilerime?
onları da bırakacak mısın yani inzivaya çekilirken?
Ne münasebet dedi güvercin…
Ben gücümü onlardan alıyorum, onları bırakmam mümkün değil,
onlar benim emeğim, onlar benim kendime saygım,
ben öğrencilerimden öğrenirim ve öğrencilerimin öğrencisiyim…
Ben merak ediyorum sen kendinde nasıl güç buluyorsun, bunca yorgunluğuna rağmen ona şaşıyorum; bu öğrencilere neden bu kadar düşkünsün?
Nasıl düşkün olmam; onlar benim umutlarım, ben geleceği onların gözüyle görüyorum…
bu bir bayrak yarışı; ben bayrağı başkalarından aldım, onlara aktarıyorum…
Ya aktardıkların, onlarda kalırsa ve onlar yarışı bırakırlarsa ne olacak diye sordu küçük muhasebeci güvercin, emeğine yazık olmayacak mı?
Meyvesi toprağa düşüyor diye hiç ağaca kızılır mı?
Belki de güçleri tükenir, ne olur, kim nasıl bilebilir?
Ancak akıl ve muhasebe, geleceği güvenceler; oysaki gerçek yaşamın, güvencesi yoktur…
Sadece tohumu, toprağa dikme sorumluluğumuz var. Ötesi bizi aşar…
Ötesi ve sonrası ekilen tohumun serpilip büyümesi bin türlü şarta bağlıdır…
Bilmez, bilemezsin ki…
Belki de yaşamı, bu kadar güzel ve keyifli kılan bu belirlenemezliktir, kim bilebilir…

Mahsus yapıyorsun, değil mi? diye kızarak söylendi küçük güvercin aklı…
Bu sefer gerçekten gözleriyle güldü, güvercin…
Bilgisayar olmak ve bilgisayar mantığıyla çalışmak, her zamanda keyifli değil galiba; ne dersin, diyerek eğlendi kendi kendine…
Ben bilgisayarlığımdan vazgeçmeyeceğim, kendi cevaplarımı almadan bırakmam dedi küçük güvercin aklı ve benliği…
Binlerce öğrenci yetiştirdin, neden bunlar diye sordu?
Nedir bunları bu kadar özel kılan?
Sen neden bunları kendin için bu kadar özel kıldın?
Neden bunlara bu kadar çok özendin?
Neden bunlara bu kadar çok içini açtın?
Neden bunları bu kadar çok sevdin?
Ben bütün öğrencilerimi çok severim,hepsine çok düşkünümdür dedi güvercin; otomatiğe bağlanmış bir şekilde…
Evet ama dedi küçük muhasebeci biliyorsun, ben her şeyi not ediyorum aynı zamanda yaşadığın….
E dedi güvercin…
Sen bu öğrenciler için daha önce hiç yapmadığın şeyler yaptın…
Mesela dedi yine güvercin? Nerden başlasam, dedi küçük muhasebeci benlik…
Nerden istersen.
Zamanın yoktu, derse hazırlanamadın; yine de derse gittin, doğaçlama yaptın.
oysa sen ders planlamadan. hiçbir derse girmez ve kendini riskte atmazdın?
Kimi zaman öyle yorgun ve yaralıydın ki normalde böyle zamanlarda kimselere görünmez, inine saklanırdın, yinede onlardan çekinmedin, dersine koşarak gittin,
kimi zaman öfken tependeydi, öfken deprem gibiydi, böyle zamanlarda insanları kırmamak için kaçardın, yine de onları korkutur muyum diye bir kere bile düşünmeden koşa koşa derse gittin…
Onu evde bırakıp gidiyorsun diye en yakınınla, arkadaşınla kavga edip, yine de derse gittin…
Hastanede ailenle birlikte 24 saat nöbet tuttuktan sonra; yine kir pas içinde derse gittin, daha sayayım mı?
Derse gidemediğim zamanlarda oldu ama değil mi? dedi güvercin…
Evet ama o zamanlarda başka yerlerde zorunlu olarak derse gitmiştin diye eklerken içindeki küçük benlik,bunlara özel davranıyorsun, bence bu bir bağımlılık diye devam etti…
Güvercin şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı ve birden içinden gülmek geldi yine….
Sen dedi, sen; o öğrencileri kıskanıyorsun galiba?
Benim için mutlu olacağına, onlara yada bana bu yüzden kızıyorsun galiba;
öfke biriktirmişsin demek ki içinde…
Ne yani dedi içinden bir ses, bu bir bağımlılık değil mi?
Yoksa yeni bir sevgi türü mü? bu ne?
Hayır, hiçte yeni bir sevgi türü değil bu? Her zamanki değerlerim işte…
Güvercin gülmeye başlamıştı şimdi; o kadar çok toplama çıkarmaya bağımlısın ki sevginin verildikçe çoğaldığını bir türlü aklına kabul ettiremiyorsun işte, dedi
Belki de bu değer, sevgi olmasaydı; benim mutluluğuma sevinip, bana izin de verecektin belki değil mi?
Hangimiz, acaba hangimizle dalga geçiyoruz artık bilemiyorum dedi içindeki küçük güvercin…
Sonra da hep soyut kavramlarla konuşuyorsun diye sızlandı…
Peki dedi güvercin, kendi öz değerimden çok daha somut bir örnek vereyim sana…
Emek, kendi emeğimi sevmek, kendimi sevmektir benim için…
Emeğimin, kaç kere beni yeniden var ettiğini,
beni dimdik ayakta nasıl tuttuğunu ve beni nasıl geleceğe taşıdığını bilemiyorum…
ama emeğim olmasa, bu gün asla varolamayacağımı, var kalamayacağımı çok iyi biliyorum…
Benim en büyük gücüm ve hayata tutunma şeklim, emeğimdir.
Beni ayakta tutan emeğimin, bazen benim kaburgam olduğunu düşünüyorum…
ve bu yüzden çalışırken ölmeyi hayal ediyorum…
Güvercin dedi içindeki küçük akıl; gerçekten çok yorgun olmalısın, dönüp dolaşıp; aynı yere gelip takılıyorsun; ne oluyor sana? yoksa sayıklıyor musun?
Ne münasebet dedi güvercin…
sen sordun ben söyledim işte…
Küçük güvercinin aklı karışmıştı şimdi;
ben sana nasıl öleceğini mi sordum yani dedi şaşkınlıkla…
Hayır dedi güvercin, gerçekte sen bana nasıl yaşayacağımı sordun…
ve bende sana gerçekte nasıl yaşadığımı anlattım.
Benimle oynuyor musun yoksa? dedi içindeki öfkeli bir ses.
Oynasam ne olur sanki, ne mahzuru var diye mırıldanmaya başlarken…içinden ansızın bir öfkenin fışkırmaya başladığını hissedince; hayır, hayır dedi güvercin hızlıca, gerçekte bu bir tutku….
Bu; bir yanıyla kendine benzer olanı ve öte yanıyla da aynı zamanda farklı olanı sevme tutkusu…
Tutku bir bağımlılık değil midir diye sordu küçük güvercin benliği;
sanki bu seferde o konuyu dağıtmaya çalışıyordu;
Güvercin yeniden güldü, yutmamıştı bu manevrayı;
belki de dedi bu tutku, kendin gibi farklı olanlarla buluşmuş olmaktan doğan en önemli değerlerden biridir…
Farklı olanların birlikteliğidir belki de bu…
Gerçekte bu bir aidiyet duygusu…
Nihayet yuvada olmanın huzuru belki de…
Sanki onlar benim ailem gibi…
farklılıklardan ve farklı olanlardan oluşmuş eşitlik temelli bir aile gibi…
Galiba bütün mesele değerler sisteminde derken güvercin…
içinden bir ses sözünü keserek ; emek dedin, Aidiyet duygusu dedin, farklı olana saygı falan dedin, hepsini anladık da diye bağırdı sabırsızca …
Aslında güvercinin, kendi başına alıp gitmesinden rahatsızdı işte …
konuyu aynı yere getirmeye merakını gidermek üzere konuyu toparlamaya çalışıyordu…
Peki içindeki bu yorgunluk ve zihin karışıklığı ile güç olmuyor mu ders vermek?
Güvercin, içindeki bu küçük hesabi güvercinden sıkılmaya başlamıştı artık…
hep böyle aklınla yaşamak ve aklınla konuşmaya çalışmak bıktırıcı olmuyor mu diye söylendi…
Ne yani aklın merak etmeye hakkı yok mu?
Benimde kendime göre değerlerim ve mantık kurallarım olamaz mı?
Güvercin, kendi sorgucu aklının, bu ansızın çıkışına bakakaldı ve tamam dedi tamam.
Değerler ve ilkeler önemlidir dedi. Seninde değerlerine, ilkelerine ve dahası doğana saygı duymam lazım biliyorum…değerler ve ilkeler diye tekrarlarken kendi kendine aslında değerler ve ilkeler deyince tüm tartışmalar biter ya da bitmelidir; aslında bitmesi gerektir biliyor musun?
Nasıl yani diye sordu güvercin aklı?
Değerler dediğimiz şeyler, kendimiz için yarattığımız ve inşa ettiğimiz kimliklerdir aslında…
Onları öyle sağlam inşa ederiz ki artık geri dönüşü olmaz, değerler uğruna canımızı bile veririz bizler…
Gerçekten inanırsanız, değerleriniz; artık otomatik hale gelirler, yemek yemek, nefes almak gibi olurlar…artık başka türlüsüne inanamaz, başka türlü düşünemez hale geliriz…ölsek bile başka türlü davranamayız…
Hatta ancak değerlerimiz için ölebiliriz diyerek ağır ağır konuşmaya devam etti güvercin.
Aslında sadece değerlerimiz için ölme hakkımız vardır, biliyor musun?
Güvercin bir an için durdu, düşünceye dalmıştı;
içinde patırtı çıkaran ve kendisine hükmetmeye çalışan tüm küçük güvercin parçaları ve küçük benlikleri susmuştu şimdi…
sanki hep birlikte düşüncelere dalınmıştı ki ne olduğunu anlayabilsinler…
Sonra güvercin konuştu yeniden yavaş yavaş…
Gerçekte sanki kendinle konuşuyor gibiydi;
aslında dedi kendi kendine;
ancak değerlerin için öldüğünde; gerçek anlamda kendini yeniden yaratmışve kendini sonsuzluğa taşımış olursun…
içindeki küçük güvercinler korosu hep birlikte titreyerek, dur hemen dediler…
biz sonsuzluktan ve gelecekten anlamayız onlar bize çok uzak…
şimdiki ana gel; bize soyut şeyler anlatmaktan vazgeç;
anlattığın bu değerler ne menem şeyler örneklerle anlat…

Değerlerim için örnekler mi istiyorsunuz? diye sordu güvercin…
Değerler çok; nefes almak, yaşamak, öncelikle kendini ve kendinle beraber tüm canlıları sevmek, saf sevgi almak ve saf sevgi vermek, eşitlik, adalet, doğruluk, başkalarına zarar vermeme gibi birçok güzel ve muhteşem değer sayabilirim sizlere…
Değer olarak farklı olana saygıyı örnek verebilirim sizlere; dedi güvercin önem verdiğim öz değerlerden biri olarak…
Bende hep farklı hissettiğimden olsa gerek; en önem verdiğim değerlerimden biri, farklı olana saygıdır.
Yaşamsal değerler olarak; eşitlik, adalet, onur içinde yaşamak yanında en az onlar kadar önemli olan değerlerden biri de farklı olana saygıdır.
Farklı olmak zenginliktir, farklı olmak; gerçek bir savaşçı gibi kendin için, farklılığın için savaşmayı gerektirir. Farklı olana saygı için, öncelikle saf insan sevgisi gerekir…
Yaşam onuruna saygı bilinci gerekir ve üstelik en büyük savaşlar, farklı olanı aynılaştırmak için yapılır…
Güvercin, derin bir nefes alarak devam etti;
nerde bir farklı olan, görsem; ferahlıyorum, güçleniyorum, umutlanıyorum.
Bazen farklı olanlardan oluşan küçük bir aile ve birlik olduğumuzu düşünüp mutlu oluyorum…
Gerçekte farklı olduğumuzu ne kadar çabuk kabullenirsek, o kadar hızlı yol alıyor ve o kadar çabuk huzura kavuşuyoruz…
Kendimizle kavgamız bitiyor, sorgulamamız bitiyor ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edip, sevmeye başlıyoruz….
Aidiyet duygumuzu ve gerçek yaşamımızı ve gerçek ailelerimizi yaşadıklarımız belirliyor belki de…
Bu saydıklarının hepsi soyut şeyler değil mi? ben gerçekten görünmeyen değerler için mi gerekirse kendimi feda edeceğim şimdi yada kendimi feda etmeliyim yani? diye sordu içindeki küçük kuşkucu güvercin benliği…Yani her şey farklı olanlarla ve farklı olmakla bitiyor muydu?
Hayır dedi güvercin, asıl sorumluluk ondan sonra başlıyordu…
Farklı olmanın bilinciyle, farklı olmanın sorumluluğu at başı gidiyordu…
Çünkü çoğu zaman farklı olmak acı çekmek demekti, toplumdan onlara benzenilemediği için dışlanmak demekti…
Gerçekte farklı olmak, bir bakıma topumun garibi uyumsuzu ve benzerler içinde aykırı olmak demekti…
Farklı olan, farklı kalmak adına, sadece kendinin bildiği çok büyük bir bedel öderdi her zaman…
Bu noktaya gelene kadar, benim öğrencilerim de benim gibi; kimbilir ne bedeller ödemişlerdi, kimbilir ne badireler atlatmışlardı; ne olduklarını sadece kendilerinin bildikleri….
Ama görülen o ki hepsi de sonunda yazıya sığındılar…
yazıyla avundular…
sonra da yazı yazmak, yaşam biçimleri oldu veya yaşam biçimleri olacak…
Yazı yazmak, en büyük soyutlamadır,
yazı yazmak, aynı zamanda bilincin kendine eşik atlatmasıdır.
Yazı yazmak, kendini yeniden inşa etmek ve yaratmaktır.
Yazı yazmak, bazen de sadece kendinden kaçmaktır.
ne var ki yazı yazarak, kendinden kaçan; nasıl olduğu bilinmez, ansızın kendinle kucaklaşmak zorunda kalır. Yaşam döngüsü, kaçanı kaçtığıyla yüzleştirir ister istemez…
Yazı yazmak, aynı zamanda arınmaktır…
içindeki birikimi dışarı fışkırtarak, boşalmak ve yeniden dolmaya zaman açmaya başlamaktır.
Belki de yazı yazmak, sadece yaşamla ve yaşamın gerçekleriyle mücadele etme yoludur.
Ancak yazarak, baş edersin, gerçeğin çirkin yüzüyle…
Çünkü yazmaktan başka, gücün ve silahın yoktur…
Gerçekten çoğu zaman gerçeğin çirkinliğiyle baş etmek için yazarsın…
Yazarken, yazarken bir de bakarsın ki gerçek, gerçekte hiçte çirkin değildir;
sadece senin gerçeğe bakışın, çirkin ve kusurludur…
Böylece yazmanın erdemi, ortaya çıkar kendiliğinden…
Yazarken, kendi kusurlarınla yüzleşir;
onlarla barışır ve onları da kendinin kılarsın…
Hop dedi içindeki küçük güvercinler korosu…
Yine dağıldın gittin yada bilinçli olarak bizim aklımızı karıştırıyorsun…

Dağılmadım diye güldü güvercin…
sadece galiba sizin canınız sıkılıyordu ve birazda kıskançlığınız tutmuştu…
sizin bilgisayar beyinlerinize ve benliklerinize biraz malzeme verdim uğraşasınız diye…
Şaka mı şimdi bu dedi içindeki küçük güvercinler korosu? Yine tek ses olarak davranmaya başlamışlardı? Ne zaman kendilerini tehlikede hissetseler anında birleşir ve tek ses, tek yürek olarak güvercine muhalefet ederlerdi…
Hani sen çok yorgundun, ruhun çok yorgundu diye söylendiler…
Gülmeye devam etti güvercin…
sonra yavaşça; saf sevgi dedi…
saf sevgi tutkusu dedi…
yaşam onuruna saygı dedi…
ve sonra lafı dolandırmadan birlikte çoğalarak sevgiyi paylaşmak dedi…
ve birlikte sevgiyle yaratmak dedi…
Birlikte sevgiyle yaratmanın keyfi dedi…
Değdiği her şeyi canlandırır ve sevgiyle yeniden yaratır dedi…
durarak devam etti sonra;
her şeyi yeniden arındırır,
güçlendirir,
yeniler
ve yeniden doğurtur dedi…
bunu bilmez misiniz?
Canlanmış,
arınmış,
güçlenmişti şimdi güvercin…
Aydilindeki öğrencileri aklına gelmişti …
Sevinç içinde gülümsedi…
yüzündeki pırıltıyla kanatlarını keyifle çırparak göğe yükselmeye başlarken;
sohbet çok güzeldi ama gitmem lazım; diyerek devam etti;
Ay ışığında öğrencilerim beni bekler,
aydiline gideceğim şimdi…

10.06.2013 Kefken 17:23

Yorumlar kapalıdır.